Allah'u Teâla, emir ve nehiylerine karşı kullarını mükellef kılarken bazı ibadetlerin ifasında bireysel, bazılarında ise toplumsal olarak onları sorumlu tutmaktadır. Aynı şekilde kimi günahlardan fertleri mesul tutarken kimi günahlardan da -potansiyel suç sayıldığından- toplumun tamamını sorumlu tutmaktadır.
İşte bundan dolayıdır ki, ekseri ibadetler ferdi olarak eda edilirken bazıları -Cuma namazı gibi- ancak toplu halde eda edilebilmektedir. Hakeza kötülükleri def etme konusunda kişisel meselelerde işlenen günahlardan sadece fail sorumlu tutulurken kutsal ve ortak değerlerin korunmasına yönelik işlenen suçlardan bütün toplumu sorumlu tutmuştur.
Bu tür suçlardan ötürü gelen cezalar, sadece failleri değil, bu işe taraftar olanları da kuşatır. Nitekim tarihte toplu helak olmuş, kavimler bu tarzdan suç işledikleri için potansiyel olarak cezalandırılmıştır. Mesela Salih aleyhisselamın dişi devesini yalnız bir kişi öldürdüğü halde Kur’an-ı Kerim, suç fiilini kavmin hepsine teşmil ederek potansiyel suçlu olarak helak etmiştir.
Yine Lut Kavminde o çirkin fiili sadece birkaç kişi işlerken bütün bir kavim cezalandırılmıştır. Çünkü onlardan kimileri o kötü fili işleyenleri açıktan desteklemiş, kimileri de seyirci ve tarafsız kalmıştı. Demek ki münker bir eylem birkaç kişi tarafından işlenirken toplum tarafından kabul görülüyorsa, bu o toplumun milli iradesini yansıtıyor demektir.
Bu bağlamda, parlamenter sistemlerde, yasama makamında bulunan parlamento meclisleri tarafından yasalaştırılan kanunların menfi neticelerinden sadece o meclisin üyeleri değil, aynı zamanda temsilcisi bulundukları halklar da sorumludurlar. Zira bunlar, halkın iradesini temsilen orada vazife icra ediyorlar. "vekil asil gibidir" sözü hem temsiliyet, hem de sorumluluk açısından külli bir kaidedir.
"Öyle bir fitneden sakınınız ki, o fitne aranızdan sadece zalimlere dokunmakla kalmaz. (Bilakis onun zararı herkese dokunur.) Bilmiş olun ki, Allah'ın azabı çok çetindir." (Enfal: 25)
Bundan alınan açık mesaj şudur: Fitne toplumsal boyut kazanınca hiçbir iman ehli ona karşı tarafsız kalamaz. Ne kadar uzak durmak istese istesin gelen fitne onu da dalgaları arasına katar götürür. Bunun potansiyel suç sayılması için illa da işlenen suçun toplumun tüm bireyleri tarafından işlenmesi şart değildir. Bilakis onu destekleyen veya tarafsızlığı seçenler de aynı suçun ortağıdırlar.
Nitekim geçmişte bu tür suçlardan ötürü indirilen azap, sadece suç faillerini değil, onlarla aynı ortamı paylaşan ve yapılanlara tavırsız, ilgisiz kalanları da kaplamıştır. Bunun nedeni ise, onların kötülüklerle kuşatılmış bir hayat tarzını isteyerek benimsemesi ve kötülükleri hoş görmeleridir. Bu hususla ilgili bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:
"İsrail oğullarına kötülüğün ilk sokulması; onlardan biri bir başkasını kötülük yaparken görünce ona; "Ey falan! Allah'tan kork ve şu yaptığını terk et, çünkü o sana helal değildir," derdi. Sonra ertesi günü yine onu aynı hal üzere görünce artık onu men etmezdi. Bir müddet sonra o da oturup onunla birlikte yer, içer ve otururdu. Ne zaman ki, bunu yaptılar. Allah da onların kalplerini birbirine benzetti. (Hepsini birlikte cezalandırdı). (Ebu Davud)
Sonuç olarak fitne geldiği zaman ona karşı herkesin tavır alması ve engel olmaya çalışması gerekir. Yoksa Semud ve Lut kavimlerinde olduğu gibi doğurduğu neticeler herkesi etkileyecek ve ondan ötürü gelecek semavi veya arzi afetler de hepsini kaplayacaktır.