"İslam, birey hürriyetini en güzel şekilde ve en ince yönleriyle tanır. Fakat bu hürriyeti gelişigüzel kullanmaz. Toplumun değeri ne ise o derece hesaba katar; Bu sebeple bireysel hürriyetin karşısına bireysel mesuliyetleri koyar. Bununla birlikte kişi ve toplumu içine alan sorumluluk ve yükümlülükleri de topluma yükletir.

İslam bütün şekil ve yönleriyle sosyal dayanışmayı ortaya koymaktadır. İslam'a göre kişi ile kendisi, kişi ile yakın akrabaları, kişi ile toplum, belirli toplum ile diğer toplumlar, belirli bir nesil ile ardarda gelen diğer nesiller arasında dayanışma söz konusudur.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir hadisi şeriflerinde toplumun adalet, hayır ve güvenliğe ulaştırılması konusunda bütün Müslümanların omuzlarına yüklenen ortak sosyal sorumluluğu tasvir etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın koyduğu sınırlara riayet edenlerle etmeyenlerin durumu şuna benzer: Bir topluluk gemi ile yolculuğa çıkmış ve kura neticesinde bazılarına geminin alt kısmı, diğerlerine de üst kısmı düşmüştür. Alt kısımdakiler su almak istediklerinde üst kısımdakilerin yanlarından geçmekte ve kendi kendilerine "Biz kendi nasibimize düşen bu kısımdan denize açılan bir delik açsak da üstümüzdekileri rahatsız etmesek!" derler. Bu durumda eğer üst kısımdakiler onları kendi hallerine bırakırlar ve istediklerini yapmalarına imkân verirlerse, hepsi helâk olur. Ama mani olurlarsa hem kendileri hem diğerleri kurtulmuş olur" (Buhari ve Müslim)

Bu yüzdendir ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Mü'min, mü'min için bir kısmı öbür kısmını güçlendiren bir bina gibidir" der. (Buhari ve Müslim) Bu açıdan hareketle, sosyal yapının uğradığı herhangi bir bozukluk, bütün İslam toplumunun gidişatında mevcut bir tehlikenin belirtisi olacaktır. Eğer bu bozukluğu giderirlerse kurtulacaklar; aksi halde sosyal yapı çözülecek, gemi, içindekilerle birlikte batacaktır.

Bu sosyal bütünleşme meselesi, bizi İslam'da sosyal adaletin en önemli meselelerinden birine götürür ki; bu, devletin yerine getirilmesini istediği veya toplumun gönüllü ve isteyerek ortaya koyduğu "sosyal dayanışma" prensibidir. Devlet ve toplumun arkasında Hz. Peygamberin Mekke ve Medine'de geçirdiği hayatı boyunca ortaya koyduğu pek çok değer ölçüsü bulunmaktadır

İslam, faziletli bir toplumun ortaya çıkması için "kötülüklerden uzaklaştırıp, iyilikle emretmeyi" teşvik etmiştir. Buna dayanarak sapıkların sapıklıklarına son vermeleri, iyilerin de doğru yollarında yürümelerine devam etmeleri için genel irşadı gerekli kılmıştır. Allah (cc), bu konuda Müslümanların sorumluluğuna şöyle işaret eder:

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz ki, İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü siz), Allaha inanıyorsunuz." (Al-i İmran, 51)

Kötülükler bütün dehşetiyle başını alıp giderken toplum buna seyirci kalır ve herhangi bir direnme göstermezse, topyekûn günahkâr olurlar. Bu da sorumsuzluğun cezasını bütün toplumun çekeceğine dair bir işarettir.

İslam'da ibadetler, nefisleri ıslah etmek, içinde zulmün barınamadığı birlik ve beraberlik şuurunu terbiye etmek için emredilmiştir. Hac, sosyal bir tanışma; zekât, zenginlerin mallarından fakirlere geçen sosyal bir yardımlaşmadır. İslam, günahların kefaretini dahi sosyal dayanışmaya bir vesile kılmıştır. Mesela Ramazanda cinsel ilişki ile oruç bozan bir kimse, ya bir köle Azad eder, ya altmış gün oruç tutar, ya da altmış fakir doyurur.

İslam'da aile müessesesi, sosyal dayanışmanın en önemli bir unsurudur. Çünkü toplum yapısının ilk temel taşı ailedir. Aile, insan fıtratında var olan değişmez eğilimler, merhamet ve sevgi duyguları, ihtiyaç ve maslahatın gerekleri üzerinde kurulur. Düzenli aile mefhumunun hâkim olmadığı bir toplum temelden çürüktür ve yıkılmaya mahkûmdur.