Geçen haftaki yazımızda en son Kürdistan meselesi, başka bir deyişle Doğu ve Güneydoğu`da yaşanan Kürt sorunu hakkındaki çözüm noktasında tarafların farklı düşünce, dünya görüşü ve ideolojiye sahip olduklarından dolayı önerdikleri çözüm seçenekleri de farklı hatta birbirine zıt olduğunu anlatmıştık. Zira çözümler anlayışlara göre şekillenir. İnsanın sahip olduğu dünya görüşü, inancı ve düşünce felsefesi ne ise sunacağı çözüm ve öneriler de o yönde ağırlık kazanır. İşte bu yazımızda bunu irdelemeye çalışacağız.
Ulusalcı Kürtlere göre, daha doğrusu Abdullah Öcalan ve onun çizgisinde düşünen ırkçı ve ulusalcı Marksist Kürtlere göre; Kürt Halkının geri kalmışlığının temel sorunu gericiliktir. Yani dindir. Bunu açık bir şekilde söyleyemiyorlar ama “gericilik” dedikleri ifadenin altını doldurduğunuz zaman bakıyorsunuz ki, hedefleri dindir ve yaptıkları şey din düşmanlığıdır. Şüphesiz ki, bu, kominizm felsefesidir. Zira komünizme göre “din afyondur, insanları uyuşturan, çağdaş ve uygar olmaktan geri bırakan bir morfindir. Bu yüzden devrimciliğin önünü açmak için başta din engelini ortadan kaldırmak gerekir” diyorlar.
İşte bu noktadan hareket eden Marksist Kürtler de: “Bugüne kadar Kürtleri ulus olmaktan, bağımsız devlet sahibi olmaktan geri bırakan tek sebep dindir, dine bağlılıktır ve dini savunan Müslümanlardır” diyorlar. Haddizatında bu, Kürt davası olmaktan ziyade bir kominizim davasıdır. Sadece ve sadece Müslüman Kürt Halkını batılılaştırmak, batı kültürüyle entegre etmek için bilinçli olarak dayatılan bir yozlaştırma hareketidir.
Bir kere bu davanın başında bulunan Öcalan`ın, Allah, peygamber, din ve ahiret diye bir inancı yoktur. Onun 2001`de avukatları aracılığıyla AİHM`sine sunduğu ve daha sonra iki cilt halinde kitaplaştırılan savunmalarında: “Allah` bir Arabistan yarımadası tasarımıdır, tanrı fikri, izafiyet teorisinin ilkel bir ön aşamasıdır” diyor. İslamiyet`in feodalizm ihracatçısı, namazın bir tiyatro ve spor olduğu ve camilerin tiyatro salonlarına dönüştürülmesi gerektiği fikrini savunuyor.
İslam`a ve İslami değerlere bu kadar kinini kusan Öcalan, Hıristiyanlık hakkında da şu övgüleri yağdırıyor: “Keşke Asya`da Hıristiyanlık hâkim olsaydı… İslamiyet Kürtlere çok zulüm yapmıştır. İslamiyet savaş dinidir” diyor. Şüphesiz ki, Öcalan, bununla Hıristiyanlığı kabulleniyor, beğeniyor değildir. İslamiyet`tense Hıristiyanlığı daha tercih ediyor demektir. Haddizatında o hiçbir din fikrini kabul etmiyor. Hatta “Ben bütün dinlerden müteşekkil bir din yaratacağım” diye bütün dinleri tepeliyor. Dahası “Ben Muhammed ve Atatürk gibi biri olabilirim” diyecek kadar ileri gidiyor.
Kürtlerin geri kalmışlığını dine ve özellikle İslamiyet`e bağlayan Öcalan, Kürt kadını ve namus mefhumu hakkında da şu hakaretlerde bulunuyor: “Artık kızlarımız gençlerimizle gezmek ve gerillaya katılmak konusunda özgür olmalıdır. Geri kafalı ana babaların “gidersen sana hakkımı/sütümü helal etmem” gibi engellere takılıp onları dinlememelidir” diyor.
Bunu yalnız Öcalan değil, aynı zamanda onun yetiştirdiği bütün kadro da söylüyor. Örneğin bir miting alanında seçim konuşmalarını yapan Emine Ayna, çok rahat bir şekilde: “Biz hiç kimsenin namusu değiliz, bizim namusumuz bizim özgürlüğümüzdür” diyordu. Hatta bir aralar bunu dövizlere yazdırıp bazı şehirlerin girişlerine bile astırmışlardı.
Şüphesiz ki bu, din ve namus mefhumunu ortadan kaldıran, silindir gibi ezip üzerinden geçen vicdansız ve inançsız bir yaklaşımdır. Bunun Kürt halkının ne sosyal yapısıyla, ne kültür, gelenek ve ananesiyle, ne de ahlak ve inancıyla bağdaşan bir yanı vardır. Müslüman oldukları günden beri, dinine sadakatle bağlanan ve son derece namusuna düşkün olan Kürtler, bunu asla kaldıramaz. PKK`lıların yozlaştırıp kendileri gibi komünistleştirdiklerinden başka kimse buna pirim vermez ve bu gibileri içinde barındırmaz.
Uzun bir süre PKK, bu gerçek yüzlerini halka göstermedi. Tıpkı Cumhuriyet öncesi İttihat ve Terakkicilerin yaptığı gibi, halkın hassas duygularını istismar ederek bol bol Kürtlerin mazlumiyetini anlatıp bunun üzerinden emellerine ulaşmaya çalıştırlar. Hatta yeri gelince halkın nabzına göre şerbet vererek dindar takındılar, “Bizim asıl davamız Şeyh Said`in davasıdır” deyip kendilerine taraftar ve ekmek topladılar. Ama zamanla her şey ortaya çıktı, şapka düştü kel göründü. Dindar Kürt halkını yozlaştırmak için Kemalist ulusalcılarla Marksist ulusalcıların birbirinden farkı olmadığı gün yüzüne çıktı. İkisinin de aynı temelden geldikleri, aynı kaynaktan beslendikleri ve fakat aynı çanağı paylaşamadıkları için ayrı düştükleri ortaya çıktı. Hatta: “Eğer bu hususta bizi desteklemezseniz Kürt Hamas`ı ortaya çıkar” diyerek biri diğerini göreve çağırdı…