Sözün sahibi, herkesten önce kendisi sözünün gereğini yapması ve yaşaması gerekir. Sözün hem söyleyenine hem de söylenene bakılmalıdır. Gerçek müminin sözü de özü de bir olmalıdır. Ancak her doğru söz, her yerde söylenemez. Bazen düşman doğru sözle de vurabilir.
Bir Yahudi, Müslüman olan Evs ve Hazret kabilelerini neredeyse savaştıracak noktaya getirmişti. Dost kılığında aralarına girmiş, eski kavgaları hatırlatarak nefislerini tahrik etmişti. Tam o sırada, Allah resulü sallellahu aleyhi vesellem yetişir, tesirli sözlerle kavgayı önler... Sözün etkili olmasında, söz sahibinin rolü büyük olduğu gibi, dinleyenlerin de rolünü yadsımamak gerekir.
Davet ve nasihat için en faydalı söz; yalın, doğal, sade ve hikmetli olanıdır. Allah'u Teâla, Lokman aleyhisselamın oğluna yaptığı tavsiyesini şöyle anlatıyor: "Yürüyüşünde mutedil ve mütevazı ol. Sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini (avaz avaz anıran) eşeklerin sesidir." (Lokman, 19)
Bu dünya için boş söz ve gevezeliklerin hoş olmadığını ifade buyuran Rabbimiz, Cennette de boş sözün olmayacağını haber veriyor. Atasözündeki ölçü de yabana atılır cinsten değil: "Biliyorsan söyle; ibret alsınlar. Bilmiyorsan, sus da adam sansınlar."
Sözümüzün iyi anlaşılması, etkili olması için Kur'an-ı Kerim, Musa aleyhisselamın şu duasıyla bize ders veriyor: "(Musa) dedi ki: Rabbim! Genişlet göğsümü. Kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki anlasınlar sözümü." (Taha, 25-28)
Herkes kendini bir hesaba çekerek nefsine şunu sorabilir: En doğru, en güzel söz olan Allah'ın Kitabını mı daha çok okuyup anlamaya çalışıyor ve üzerinde düşünüp tefekkür ediyor; yoksa gazeteler, televizyonlar, radyo, gazete köşeleri ve günümüz belası sosyal medya mesajları mı vaktini daha çok alıp kendisini yönlendiriyor?
Kuşkusuz; sözün en güzelini dinlemek, anlamak, yaşamak ve konuşmak, dilimizi ve hayatımızı onunla güzelleştirecek ve olgunlaştıracaktır. Bizi çirkinlikten, kötülükten ve basitlikten koruyacaktır. Fertlerin, ailelerin ve toplumların rahatsızlıklarının şifa bulması, en doğru reçete olan Allah'ın sözüne yönelmekle mümkündür.
Hayatı istikrarlı her Müslüman; Kur’an'dan enerji alarak bir nur/ışık olmaya gayret çabalamalı, bunun için gayret sarf etmeli, enerjisini tüketmelidir. O zaman göreceksiniz ki, İslam'ı karartmak için saldıranlar, bir gün İslam ile aydınlanacak veya kendi zindanlarında cehennemi dünyadayken yaşamaya başlayacaklardır.
Firavun, onca küfrüne ve isyanına rağmen saltanatını sürdürüp giderken, dünyevi helakine bir söz sebep olmuştur: "(Firavun) adamlarını topladı ve bağırdı; 'ben sizin en yüce rabbinizim' dedi. Bunun üzerine Allah da onu, ibreti âlem olacak ahiret ve dünya azabıyla yakalayıverdi." (Naziat, 23-25)
Allah'u Teâla, Firavun'un bu azgınlığı ve densizliğine rağmen Musa aleyhisselam ile Harun aleyhisselamı ona gönderirken onunla yumuşak sözle konuşmayı emrediyor: "Fe kula lehu kavlen leyyina: Ona yumuşak bir üslupla söyleyin. Umulur ki öğüt alır ya da korkar." (Taha, 44)
Ne yazık ki günümüzde Müslüman kardeşine bir doğruyu ileten ya da hatalı gördüğü bir kardeşini uyaran kimi Müslümanların takındığı üslup, Firavun'a dahi takınılmayacak kadar katı, nefret ettirici ve gaddarca olabilmektedir. Oysa Müslümanların birbirlerine karşı merhametli ve şefkatli, kâfirlere karşı şiddetli ve onurlu olmaları gerekirdi.
Rivayetlere göre bir gün ünlü bir âlim, Abbasi halifelerinden Harun Reşid'i uygunsuz bir üslupla uyarır. Bunun üzerine Halife bu nasihatçiye Ta-ha suresinin yukarıda geçen ayetini kastederek şöyle der: "Yavaş ol yavaş! Hocam! Allah senden daha hayırlısını (Hz. Musa'yı), benden daha şerlisine (Firavun'a) gönderirken yumuşak sözle konuşmasını emretti."
Mevla cümlemize, muhatabın anlayacağı dilden konuşmayı; neyi, nasıl, nerede ve ne zaman konuşma bilincini nasip etsin! Âmin.