Tarih boyunca bütün dinlerde aklın korunması, vazgeçilmez bir ilke olarak kabul edilmiştir. Beşeri olsun ilahi olsun bütün dinler, akli dengesizlikler ve ruhi bunalımların önüne geçmek için çözüm yolları aramış, tedavi yöntemlerini geliştirmişler. Bu alanda mütehassıs olan (İbnül Kayyım gibi) âlimler, bunun başlıca iki sebebi olduğunu söylüyorlar:

A- Bedensel rahatsızlıklardır ki, beyin ve sinirlerdeki bozuklukların ve uyumsuz çalışmalarının bir neticesidir. Bu bozukluklar anadan doğma olduğu gibi, sonradan bir kaza neticesinde de meydana gelmiş olabilir.

B- Ruhi tatminsizlik ve kararsızlıktır. Yani ruh ile beden arasındaki dengesizliği ve irtibat bozukluğudur. Bu da anadan doğma sert mizaç ve asabi olmaktan olduğu gibi, sonradan meydana gelen emniyetsizlik, itimatsızlık ve vicdani ıstıraplar neticesinde de ortaya çıkabilir.

Akıl hastalıklarının organik istisnai durumlar haricinde ruhi sebeplerle izah eden bütün psikiyatrist ekollerin gelip üzerinde durdukları nokta, ruhi tatminsizlik ve vicdani rahatsızlıklardır. Aşırı sıkıntı, üzüntü ve vicdani rahatsızlıktan husule gelen ruhi dengesizlik ve bunalımlardır. Bunlar her inanç, meslek ve meşrep mensuplarında ortaya çıkabilir. Ancak tahkiki bir iman ile sadece Allah'a güvenip dayanan ve istikamet üzere olan kimseler müstesna:

"Gerçekten "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru hareket edenlere hiçbir korku yoktur. Onlar üzülecek de değildir." (Ahkaf, 13)

"Biz elbette onlara (imansızlara) büyük azaplarından önce bu dünya azabından da tattıracağız ki küfür ve inkârdan imana dönsünler." (Secde, 21)

İmansızlık sebebiyle Asya, Amerika ve Avrupa'da huzursuzluk ve intibaksızlık türlü şekilleriyle o derece yaygın ve şiddetli olarak görülmektedir ki, bundan dolayı asrımızın şizofreni rahatsızlığı diye isimlendirilmektedir.

Bunun sebebi insanların nefislerinin her istediğini yapma ve hayvanlar gibi şehvetini tatmin arzusudur. Akıl ve vicdan insanları Allah'a bağlılığa götürürken, şehvet ve nefsaniyet buna engel olmakta ve kişileri hayvanlık derekesine çekmektedir. İşte bu çekişmeden insanların ruhları kirlenmekte ve fıtri vicdanı tabiatıyla rahatsız olmaktadır.

Tabi materyalist psikologlar, ruhun ve vicdanın varlığını inkâr ederler, insanı bir makine, ruh ve vicdanı bu makinanın içindeki bir nevi tahavvül etmiş enerji sayarlar. Bunlar vicdanı bir takım sosyal amil, tecrübe, terbiye ve tekâmülün mahsulü sayarak bunun zaman, mekân ve şahıslara göre değişeceğini iddia ederler.

Kuşkusuz akıl da vicdan gibi ruhun bir özelliği ise de bunlar arasında bazı farklar vardır: Akıl ve şuur, küçüklükten itibaren çalışmaya başlar. Olaylar ve değerlerin bilgisi, akıl yoluyla elde edilir. Vicdan ise, çocukluğun başlangıcında her zaman ve her keste açığa çıkmaz. Vicdanları katılaşmış olanların vicdanlarından merhamet sızmadığı halde, akılları çalışır.

Akıl, uyku ve baygınlık halleri dışında iyilik ve merhametten başkasına razı olmaz. Akıl, olaylar ve manevi değerler için şahittir. Vicdan hâkimdir, bir işin iyi veya kötü olduğuna dair elde edilecek maddi menfaate bakmaksızın hüküm verir. Haksızlık, kötülük ve cinayetler karşısında azabı (üzüntüyü) akıl değil vicdan duyar.

İnsan ruhunun bir özelliği olan vicdan, hak ile batılı, hayır ile şerri tanır ve birbirlerinden ayırıp seçer. İyilikler karşısında hoşnut olur ve haz bulur. Kötülüklerden dolayı da sıkılır ve üzüntü duyar; inançsızlık sebebiyle bulanır ve neticede kendisini büsbütün harap eder.