Geçenlerde İlahiyatçı yazar Ali Rıza Demircan Hoca, 10 Kasım günü dolayısıyla attığı bir twitte şöyle demişti: "Mustafa Kemal, İslami kuralları reddeden ateist-deist bir kişidir. Dolayısıyla hayır duası veya rahmetle anılamaz."
Böylece Demircan Hoca, demircanlığını ispatlayarak "kral çıplaktır" dercesine bir cesaret ortaya koydu. Bunu niçin söyledi! Veya zamanı mı idi! Diyenler olduğu gibi takdir edenler de oldu. Oysa daha önce birçok ateist, Atatürk'ün kendileri gibi bir ateist olduğunu açık açık söylemişti. Fakat birçok yönetici, akademisyen ve siyasetçi Atatürk'ün dindarlığı hakkında hala güzellemeler, methiyeler dizmeye devam etmektedir.
Malum ajan Can Dündar da yıllar önce Mustafa Kemal'in ateist-deist olduğunu söylüyordu. Hatta Mustafa Kemal'in 10 Kasım 1937’de yaptığı son meclis konuşmasından iktibas yaparak doğrudan onun video kayıtlarını yayınlamak suretiyle bu gerçeği kanıtlamış bulunuyordu. Orada şu ifadeler geçmektedir:
"Bizim devlet idaresindeki ana programımız Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler idarede, siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri gökten "indiği sanılan" kitapların doğmalarıyla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz."
Şimdi bu tespitten sonra Ali Rıza Demircan Hoca’nın görüşüne mesnet teşkil eden Kur'an-ı Kerim'in açık naslarına da bir göz atalım. Bakalım Kur'an bizi nasıl yönlendiriyor ve bu tarzdan semavi kitaplara doğma deyip inanmayanlar hakkında bağışlanma dileyen, dualar yapan, mevlitler okuyan ve okutanları nasıl bir tonla uyarıyor ve ikaz ediyor:
"Onlara ister bağışlanma dile, ister dileme, fark etmez. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar güruhuna hidayet vermez." (Tevbe, 80)
"Cehennemlik oldukları (inkârcılıkla) anlaşıldıktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için bağışlanma dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz." (Tevbe, 113)
Yukarıdaki ayeti kerimelerin birincisi, münafıklığı açığa çıkmış fasıklar hakkında, ikincisi ise müşrikler hakkında nazil olmuştur. Rivayetlere göre Resulullah sallellahu aleyhi vesellem, büyük bir münafığın (Abdullah b Ubey) cenaze teçhizine katılmış ve namazını da kıldırmıştı. Bunun üzerine Allah (cc), resulünü uyarmış, nifakı açığa çıkmış münafıkların cenaze namazlarına ebediyen gitmemekten ve onlara bağışlanma dilemekten men etmiştir.
İbrahim aleyhisselam da babasına çok düşkün olduğu ve ona verdiği bir sözünden dolayı -müşrik olduğu halde- bir süreye kadar ona rabbinden bağışlanma dilemişti; ama ne zamanki babasının gerçekten iman etmeyeceği kendisine göründü ona bu duayı yapmaktan vazgeçti:
"İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi. Ne zaman ki, onun (babasının) Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli oldu, ondan uzaklaştı. Şüphesiz, İbrahim çok acıyan (ah u vah eden) ve halim (yumuşak huylu) biriydi." (Tevbe: 114)
İnsan bir yakınını, bir dostunu, bir siyası lideri yaptığı büyük fedakârlıklardan dolayı çok sevebilir, onun Allah'ın azabından kurtulmasını şiddetle arzulayabilir, ama onun için Allah'ın müsaade etmediği bir fedakârlıkta bulunamaz. Nasıl ki İbrahim aleyhisselam babası için bir şey yapamadı ve nasıl ki, peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, amcası Ebu Talip için bir şey yapamadı...
Sonuç olarak, yukarıdaki açık naslar gösteriyor ki, İslam amentüsünün temel esaslarından olan kitaplara imanı olmayan birine bağışlanma dilenemez. Dilense dahi Allah katında ona hiçbir fayda sağlamaz. Onu Allah’ın adaletinden kurtaramaz. Peygamberin yetmiş kere olsa dahi bağışlama dilemesi ebediyen fayda vermiyorsa, Kemalistlerin veya işgüzarlarınki nasıl fayda verebilir...