Allah'u Teâla'nın insanoğluna verdiği en büyük nimet, hiç şüphesiz akıldır. Kur'an-ı Kerim, insan-oğluna verilen nimetlerden bahsederken bazen akıl ve zekâdan, bazen de göz, kulak ve kalp gibi idrak vasıtalarından bahseder. Hepsiyle de kastedilen şey, insanın çeşitli şekilleriyle idrak vasıtalarını doğru yönde ve gerektiğinde kullanmasıdır.
İnsan ancak bu vasıtalarla eşyanın gerçeğini idrak edebilir. Bunları kullanmadığı veya yanlış yolda kullandığı takdirde insan olma özelliğini kaybeder ve yaşadığı hayat tarzı da hayvanlarınkinden farksız olur. Neticede vahşet saçan hayvani bir yaşam derekesine düşürür. İşte ad kavmi hakkında nazil olan şu ayeti kerime, bu gerçeği ne güzel ifade ediyor:
"Ne var ki, onların ne kulakları ne gözleri ve ne de kalpleri kendilerine bir yarar sağladı." (Ahkâf: 26) Eğer bir insanın gerçekleri gören gözü, hak ve hakikati işiten kulağı ve doğru düşünüp doğruca algılayan kalbi varsa, her şeyden ibret alır ve ondan kendine dersler çıkarır. Yok, eğer bunları nefsinin hevasına tabi tutmuşsa o zaman bunlar nimet olmaktan çıkar, felakete sürükleyebilirler. Allah'u Teâla, birine kötülük murat ettiği zaman, onun bütün işleri ters dönmeye başlar; birine de iyilik murat ettiği zaman onun da işleri doğru ve yolunda yürür.
Nitekim Kur'an'ı Kerim, hayvanlar gibi idrak vasıtalarını doğru istikamette kullanmayan veya hayvani bir hisle atıl bırakarak vurdumduymazlıktan gelen cinlerden ve insanlardan birçoğunun cehennemlik olduklarını, cehenneme yakıt olacaklarını haber vermektedir:
"Andolsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır, ama onunla anlamazlar. Gözleri vardır, onunla görmezler, kulakları vardır onunla işitmezler. İşte bunlar, hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." (Araf: 179)
Bu ayeti kerimenin ifade ettiği açık mana şudur: "Biz onları sair mahlûklardan farklı olarak yarattık. Çünkü onlara akleden kalp, gören göz ve işiten kulak verdik. Fakat onlar, o güzel vasıtaların kıymetini bilmediler. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt etmek için verilen bu güzel araçları doğru istikamette ve yerli yerinde kullanmadılar.
Aslında bunları doğru yolda ve güzel şeylerde kullanıp cenneti hak etmeleri gerekirdi. Ama ne yazık ki, onlar bu kıymetli araçları akılsız hayvanlar gibi yanlış yolda ve gelişi güzel kullandılar. Bu sebeple de hayvanlardan daha aşağılık bir derekeye düştüler ve işledikleri kötü amelleriyle kendilerini cehenneme müstahak ettiler.
Bu kimselerin hayvanlara benzetilme ile birlikte, değer bakımından onlardan daha aşağılık olarak nitelendirilmesinin sebebi, Kalp, göz ve kulak gibi organların hayvanlara da verilmiş olmasıdır. Ancak onlara, bunları yönetecek akıl melekesi verilmediği için bunları düzensiz kullanmaktan dolayı sorumlu değildirler. İnsana ise, bunları yönetecek akıl ve irade verilmiştir. Dolayısıyla eğer insan bunları doğru yönetip yerinde kullanıyorsa elbette hayvanlardan daha beterdir.
Sonuç olarak mümin insan, Allah'ın fıtri ayetlerine baktıkça ve bunlar hakkında derinden derine düşündükçe, duyu organları denilen kalp, göz ve kulak da daha hassas hale gelir ve gerçekleri daha derin anlamaya ve kavramaya başlar. İşte o zaman doğru ve yanlış olanı daha rahat tefrik eder. Bu yetenek insanda hâsıl olduktan sonra gözü gerçeği görür, kulakları doğru işitir, kalbi ve zihni de doğru düşünür, doğru işler ve doğru karar vermeyi becerir.
Ama eğer insan alıcılarını bunlara kapatır ve Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ederse, o zaman da gözleri olmasına rağmen doğruyu görmez. Kulakları olmasına rağmen hakkı ve nasihatleri dinlemez, kalp ve zihne sahip olmasına rağmen onlar sayesinde doğruya varmaz. Hatta bunları kötü yolda kullanmakla daha da kendini mahvedecek ve ebedi azaplara mahkûm edecektir. Dolayısıyla bunlar güzel birer nimet iken felakete, rahmet iken azaba dönüşecektir.
Mevla kalbini, zihnini, gözünü ve kulağını doğru yolda kullananlardan eylesin. Âmin.