Allah (CC), kâinatta var olan mahlûklar arasında sadece insanlar ile cinleri emir ve yasaklarına karşı muhatap tutmuştur. Bu iki sınıf, Allah'ın; yapın dediklerini yapmakla, yapmayın dediklerini de yapmamakla yükümlüdürler. Şeriatta bu yükümlülüğün adı kulluktur. Kullukta ise, süreklilik ve düzenlilik esastır.
İnsan kul olarak, İslam'ın vecibelerini hayatında yaşamak ve uygulamak durumundadır. Bunlar, insanın isteğine, keyfine ve zevkine göre değil, her zaman ve her zeminde mutlaka yapılması veya uyulması gereken kaidelerdir. Kur'an-ı Kerim’de bu vecibeler, imandan hemen sonra müminlerin vasfı olarak anlatılır..
Mesela, "ey iman eden ve güzel amel işleyenler" veya "onlar ki, iman eder ve güzel amel işlerler" şeklinde hep bir arada ve peş peşe zikredilmektedir. Nerede imandan bahsediliyorsa akabinde hemen amelden de bahsedilmektedir. İman amelden müstakil görülüyorsa da amelsiz iman sönmeye ve yok olmaya mahkûmdur. Zira her şeyin bir gıdası vardır, imanın da gıdası salih ameldir. Amelsiz iman ise, her an sönmeye mahkûmdur.
İmanda olduğu gibi, amelde de süreklilik ve düzenlilik esastır. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem, "Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır" buyurmaktadır. Zira devamlı olan amel hareket; hareket de bereket getirir. Hareketin olmadığı yerde bereket yoktur. Bilakis uyuşukluk, dağınıklık, tembellik ve pısırıklık vardır.
Eskiden medrese Seydalarımızın, talebeleri yarıştırmak, gayretlerini kamçılamak için sıklıkla kullandıkları bir tabir vardı: "Durmadan sürekli hareket halinde ol!" açıklamasını da şöyle yaparlardı: Bir hayırlı işten sonra ikincisine, üçüncüsüne... İlmi bir ihtisas alanından bir başkasına... Mesleki bir aşamadan hemen sonra bir başkasına geçmek için hep fırsat kolla ve hareket halinde ol.
Kuşkusuz hareket insanda enerji üstüne enerji toplar ve gücüne güç katarak vücudu dinamik yapar. Böylece biriken her bir enerji, kaydedilen her bir başarı bir yenisini tetikleyecek yeni alanlara kapı aralayacak, sahibini güçlü ve diri tutacaktır. Durmadan onu bir başarıdan diğer bir başarıya koşturacak, yeni fırsatlar kazandıracaktır.
Ama bir durgunluk, bir rehavet ve dağınıklık yeni bir enerjiyi kazandırmak şöyle dursun, mevcut olanı da silip sıfırlayabilir. Bazen amelde yaşanan bir gevşeklik, bir hoşnutsuzluk kişinin kalbindeki iman lezzetini ve iman ehlinin muhabbetini yok ettiği gibi, en iğrenç günahları sıradan işler ve alışkanlıklar haline getirebilir.
Bu itibarla mümin, sürekli hareket halinde olmalı, her an kendisini bir belaya uğratmak için pusuda fırsat kollayan şeytana karşı uyanık ve teyakkuzda olmalıdır. Çünkü insan, sürekli Allah'ın murakabesi ile şeytanın fitneleri arasında bir yol izlemektedir. İşte bu yol imtihan yoludur. Bu yolun adı kulluk çilesidir. Bu yolun sonunda kişinin kendini ispat etmesi veya kaybetmesi vardır:
"Yoksa insanoğlu başıboş bir yaratık olarak mı yaratıldığını zannediyor?" Bilakis onun hayatı sürekli bir disiplin, bir gözetim ve denetim altındadır. O her zaman ve her yerde kuldur. Mevsimlik elbise gibi bazen giyilir, bazen de çıkarılır tarzında bir yaşantı, kulluk anlayışına aykırıdır.
Şu halde, bize şah damarımızdan daha yakın olan ecelimizdir. Onun da ne zaman ve nerede geleceği meçhul olduğuna göre daima tedbirli ve tedarikli olmamız gerekir. İşte Kur'an-ı Kerim, gafil olarak Allah'ın huzuruna gitmeyelim diye, fırsat elden gittikten sonra boş yere yakınanlardan olmayalım diye bakın bizi nasıl uyarıyor:
"Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Yakın bir zamana kadar beni geciktirsen de sadaka versem ve Salihlerden olsam!" diyeceği gün gelmeden, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Oysaki Allah, eceli gelen hiçbir kimseyi geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Münafikun: 10–11)