Müslüman olmayanlara benzememek demek, Müslüman olmayanları ötekileştirmek, dışlamak demek değildir. Bu noktaya çok dikkat edilmelidir. Çünkü öteki gibi olmamak ayrı bir şey, ötekileştirmek veya ötekini dışlamak ayrı bir şeydir. Burada anlatmak istediğimiz ötekiye benzeyerek ötekileşmek, kendi kimliğini yitirmektir.

Müslümanların her zaman ve her yerde kâfirlere karşı ölçülü bir duruşu olmuştur, olmalıdır. Kâfirler gibi yiyip içmek, onlar gibi giyinip kuşanmak, onların oturup kalktığı gibi oturup kalkmak, onlar gibi eğlenmek, onlar gibi merasimler tertip etmek gibi bir hayat yaşamak nihayet onların hamuruyla yoğrulmak demektir.

Hak ile bâtılın fıtrî olarak birbirinden ayrışması ne kadar tabii ve gerekli ise, hak ehli ile bâtıl ehlinin de birbirinden kesin hatlarla ayrışması o kadar tabii ve gereklidir. İslam, hayatın her alanına ve varlığın görünür görünmez her boyutuna damgasını vuran bir dindir. Müslüman olmanın kendine has örf, adet, tarz ve sembolleri vardır.

Tarih boyunca Müslümanların hep "kendine mahsus" bir hayatı olması, eşya ve olayları bu özel telâkki tarzıyla değerlendirmesi, köklü bir "kimlik" bilincinin göstergesidir. Bu bilinç modern döneme kadar titizlikle muhafaza edilmiştir. "Herkes kendi değerlerini yaşasın, Müslüman olmayanlar Müslümanlara benzemeye kalkışmasın!" diye bir kimlik ibrazı vardı. Çünkü İslam, herkesin kendisi olarak kalmasını isteyen bir dindir.

Zahir ile batın arasında -bir çeşit- irtibat ve münasebet vardır. Sahabeden Hz. Huzeyfe (ra): "Ahlâk ahlâka benzemedikçe kılık kılığa benzemez"; Yine İbni Mes'ud (ra): "Kalp kalbe benzemedikçe kılık kılığa benzemez" demişlerdir. Bu ifadeler, Ruh-beden bütünlüğüne işaret eden bir uyarıdır. Bedensel tavır ve davranışların, ruh ve manadan ayrı düşünülemeyeceğini ihtar etmektedir.

İnsan psikolojisinin özelliklerinden biri de mağlup olan, arkada kalanın hep öndekini takip ve taklit etmesidir. Yüzyıllarca medeniyette önde olan Müslümanları, Müslüman olmayanlar taklit etti. Tarih bunun şahitleriyle doludur. Batı'nın teknoloji ve sanayide öne geçmesiyle İslâm âleminde bir "geri kalmışlık" hastalığı başladı, Müslümanlar her yönüyle Batı'yı taklit etme kompleksine kapıldılar.

Bu iş düzensiz ve kontrolsüz geliştiği için, onların bilim ve teknolojisini almaları gerektiği yerde, iffetsiz ve ahlaksız adetlerini ve yaşam tarzlarını aldılar. Oysa bizim onların geliştirdiği bilim ve teknolojilerine ihtiyacımız vardı. Onlar ise önce kendi kültür ve medeniyetlerini bize ihraç ettiler.  

İslâm dünyasında "kâfirlere benzemek" meselesi karmakarışık bir hâl almış, "küreselleşme", "moda" furyaları Müslümanların zihin dünyasını istilâ etmiş, kafa yapılarını darmadağın hale getirmiştir. Oysa İslam'ın bize yüklediği "başkasına benzememe" mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin bâtıl ehline benzemesi de odur!

"Kâfirlere benzemenin dinen hükmü nedir?" meselesi, ilk önce Müslümanların günbegün eriyip giden, kimlik, şahsiyet ve değerleri ön plana alınarak ve günümüz Müslümanlarının "Müslüman şahsiyeti" dünya üzerinde ne kadar temsil edebildikleri merkez noktaya konularak konuşulmalı, tartışılmalıdır. Moda, küreselleşme ve modernizmin etkisi altında cılız kalan, İslami değerlere bağlı Müslüman şahsiyet zaten çok kan kaybetmiştir.

Kâfirlere bezeme konusunun bazısı küfre götüren, bazısı haram olan ve bazısı da mekruh sayılanlar olmak üzere üç farklı kategoride ele almak mümkündür. Birincisi fıkhî olduğu kadar itikadi bir konudur. Nitekim kâfirlerin bayramlarıyla ilgili teşebbüh örneklerinin bazı akide kitaplarında yer alması bunu açıkça ifade etmektedir. Diğerleri ise yalnız fıkhî konulardır.

Kâfirlere özenip onlara benzeme kastıyla olan teşebbühü ilk zeminde; böyle bir kasıt ve özentinin söz konusu olmadığı meseleleri ise diğer zeminlerde ele almak daha doğru olacaktır. Son tahlilde kâfirlere benzeyen, onların modasına uyan bir Müslüman her ne kadar dinden çıkmasa da kendi kimliğini, şahsiyetini yitirmiş olacaktır.