Kuşkusuz cihadın en büyüğü en büyük düşmana karşı verilen cihaddır. Müslümanın en büyük düşmanı, onu azdıran, onu isteklerine boyun eğdiren nefs-i emmaresidir. Bu konuda peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: "Senin en tehlikeli düşmanın iki yanın arasında bulunan kendi nefsindir." (Keşfulhafa: c, 1. S, 143)
Bu hadisi şerif, bize en güç, en zor ve en büyük cihadın kendi nefsimize karşı verdiğimiz cihad olduğunu bildirmektedir. Bu dahili cihadı kazanamayan Müslüman, öz güveni olmadığı için, harici düşmanın karşısına çıkmak için kendinde güç ve cesaret bulamaz.
Evet, en büyük düşmanımız nefs-i emmaremiz olduğu gibi, en büyük cihadımız da ona karşı verdiğimiz mücadeledir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem, büyük bir savaşın dönüşünde ashabına şöyle buyurmuştu: "Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz." Ashaptan bazıları: "Ya Resulellah! Büyük cihad nedir?" diye sorunca: "Nefsimizle mücadeledir" buyurdular. (Keşfulhafa: 1, s, 425)
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem, Bizans'a karşı en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebuk seferini "küçük cihad" olarak görürken; nefse karşı verilecek mücadeleyi ise, "büyük cihad" olarak nitelendirmiştir. Yine bu anlamda başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: "Hakiki mücahit nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizi)
Nefisle mücadele, öyle bir cihaddır ki, Allah yolunda yapılan silahlı cihattan bile daha faziletli ve daha üstündür. Allah yolunda yapılan cihadın üstün değerine ve onun en üstün ibadetlerden sayıldığına dikkat edilecek olursa nefisle cihadın değer ve önemi daha güzel bir açıklığa kavuşmuş olur. Nefisle cihadın üstünlüğünü izah etmek için şu üç noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
1-Her ibadet, iki açıdan nefisle cihadı zorunlu kılmaktadır. Zira ibadetleri bütün şartlarıyla tam olarak yerine getirmek nefisle cihada bağlıdır. Her ibadet, ancak sırf Allah'ın rızası için yapılarak şirkten, riyadan, bencillikten ve şehevi arzulardan kurtulmak şartıyla Allah'u Teâlâ'nın indinde makbul olup Allah'a yakınlaşmaya sebep olur.
Böyle bir şey ise nefisle cihat etme dışında mümkün değildir. Hatta silahlı cihat ve şehadet bile Allah'ın rızası ve Tevhit kelimesini yüceltmek için olunca ancak değer kazanıp Allah'a yakınlaşmaya sebep olur. Bu büyük ibadet bile şöhret, riya ve gösteriş, makam ve mal sorunlarından kaçmak veya buna benzer diğer nefsanî hedefler için olursa manevî değerini kaybeder.
2- Silahlı savaş belli bir zamanda ve özel şartlarla farz olur. Bu farz bazı kimseleri kapsamaz. farz olduğu yerlerde ise farz-ı kifaye olup yeterince savaşçı iştirak ederse bu farz diğerlerinden düşer. Bu cihad kadınlara, yaşlılara, acizlere, güçsüzlere ve hastalara farz değildir. Nefisle cihat ise, herkese her zaman, her durumda ve bütün şartlar altında farz-ı ayndır ve insanın hayatı boyunca her an yapması gereken bir cihattır.
3-Nefisle cihat, bütün ibadetlerden, hatta mücahidin canından geçerek şehadetle karşı karşıya geldiği fiili cihattan daha zordur. Zira hakka tamamen teslim olmak, bir ömür boyu nefsin arzu ve isteklerine karşı mücadele etmesi, mücahidin birkaç sabah savaş meydanında İslâm düşmanlarıyla savaşmaktan ve nihayet şehadet makamına erişmesinden çok daha zordur.
Sürekli ve amansız bir düşmana karşı birçok ıstıraba tahammül etmek ilahi yardımlar olmaksızın imkânsızdır. Bu sebepledir ki, namazın her rekâtında: "Bizi dosdoğru yola ilet" diye rabbimizden dua istiyoruz. Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, bu düşmana karşı: "Allah'ım! Bir göz açıp kapamak kadar beni nefsimle baş başa bırakma" diyerek sürekli bir gözetim altında kalmasını Allah'tan dilmiştir.
Hulasa diyebiliriz ki, nefis ile cihad, diğer bütün cihatların altyapısı ve ön hazırlığıdır. Burada zafer kazanamayan diğerlerinde kazansa da nihayetinde mağlup olmaya mahkûmdur. Eğer nefisler indi ihtiraslardan kurtulup iyice arınmamış ise zafer sonrası neticeleri paylaşmakta anlaşamaz ve düşmandan geri çekilen silahları birbirlerine çevirme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Tarih bunun acı tecrübeleriyle doludur.