Akıl, çevremizdeki her şeyin (eşyanın) özelliklerini tanıyan, idrak eden bir kabiliyettir. İnsana verilmiş manevi bir kuvvettir. Bir başka ifadeyle akıl, insana verilmiş bir nurdur. Bu nur sayesinde insan, çevresinde bulunan şeylerden haberdar olur, faydalı şeyleri anlar, zararını idrak eder, bilgileri kalpte toplar ve korur. İnsan bu manevi güçle gerekli teorik bilgileri elde eder.

Akıl gücü insanlarda eşit değildir, farklı farklıdır. Kimileri bu akıl gücünü ve yeteneğini iyi yolda kullanmazlar. Özellikle, evrendeki yaratıklara bakıp, Yaratıcıyı idrak etmez, O'na karşı konumlarını, insan olarak durumlarını düşünmezler, akıllarını kullanıp kendilerine faydalı olacak ve onları kurtaracak işleri yapmazlar.

Kur'an böylelerini şu örnekle anlatıyor: "Küfre sapanların örneği çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymayıp haykıran bir kimsenin örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdirmezler." (Bakara: 171)

Evet aklını gereği gibi kullanmayanlar, sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Gerçeği duymaz, dilleriyle ikrar etmezler (dile getirmezler), gözleriyle gördükleri halde anlamazlar. Onların akılları bu noktada hiçbir işe yaramamaktadır. "Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en kötüsü akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal: 22) 

Eğer insanlar, akıl nimetine rağmen Allah'ı ve O'nun gönderdiği gerçekleri anlamıyor, akletmiyorsa sağır ve dilsizler alemine dahildirler. Aklını kullanmayıp da inkâr, isyan ve sapıklık üzere devam edenlere azaptan başka bir şey yoktur. Cehennem azabından kurtuluş yolu akletmek, aklı gereği gibi kullanmak ve Vahiy ile gelen gerçeğe teslim olup Allah'a kulluk yapmaktır.

Akıl, eşyadaki düzeni anlama gücüne sahip olduğu gibi, ilahi gerçekleri de anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrak etme gücüne de sahiptir. Aklın birinci görevi budur: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde, gemilerin denizde yüzmesinde, yağmurun yağmasında, canlıların üreyip çoğalmasında, bulutların hareketlerinde aklını kullananlar için ayetler (dersler ve ibretler) vardır." (Bakara: 164)

Kur'an-ı Mübin, bütün insanları akletmeye, aklı gereği gibi ve yerli yerinde kullanmaya davet ediyor.  Türkçe'deki deyimle 'aklını başına alanlar' hayatın sırlarını çözerler, varlığın ve onun ardından gelen ölümün arkasındaki gerçeği görürler. Kendilerine faydalı olan şeyleri tercih eder, zararlı olan-lardan kaçınırlar.

Kur'an, mü'minler için bazı hükümleri sıraladıktan sonra; "İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor; umulur ki akıl erdirirsiniz" (Bakara: 242) buyuruyor. Demek ki mü'minler, aklını kullanıp Allah'ın koyduğu hükümlerin hikmetini anlamak ve hükümleri yerine getirmekle görevlidirler.

Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Hiç kimse kendisini hidayete götürecek ya da tehlikeden alıkoyacak akıldan daha faziletli bir şey kazanmamıştır."

"Akıllı kimse, nefsini kontrol altına alıp ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan kimsedir. Aciz, tembel insan da nefsini hevasına (istek ve tutkularına) uyup da Allah'tan (olmayacak şeyleri) temenni eden kimsedir." (İbni Mace, Zühd: 31, Hadis no: 4260, 2/1423)

İslam'a göre, ancak akıllı insanlar Allah'ın tekliflerinden (emir ve yasaklarından) sorumludurlar. Bir çocuğun mükellef olma yaşı, akıllı olma ve ergenlik çağına ulaşma zamanıdır. Çocuklar ve deliler İslam'ın hükümlerinden sorumlu değillerdir. Çünkü dinin emir ve yasakları ancak akılla idrak edilir. İslam akıllı insanlara hitap ediyor ve insanlara akıllarını kullanmalarını emrediyor.

İslam akla bu kadar önem verirken, onu hiçbir zaman son karar yeri, bilginin son hakemi yapmamıştır. İslami hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar ama, onların illet ve gerçeğini tam bilemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak faydayı ve eşyadaki nihai amacı akıl bilemez. İşte bu noktada aklın vahye uyması gerekir. Eğer bir mesele hakkında vahiyden bir nas varsa aklın orda durması ve teslim olması gerekir.