Bugün yeryüzünün doğusu olsun batısı olsun veyahut -Avrupalılara göre- orta doğusu olsun bütün insanlık mutsuz ve umutsuzdur. Teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi, araç ve gereçlerin çoğalması insanı mutlu etmeye yetmemiş, huzur getirememiştir. Çünkü insanın aradığı bir yitiği var, onu bulmadıkça mutlu olamaz, huzur bulamaz.

İnsanın dünyada aradığı ve hep peşinden gittiği üç şey vardır. Bunlar rızık, güven ve adalettir. Bunlar nerede varsa orada huzur var, refah var, mutluluk vardır. Bunların olmadığı yerde huzur ve refahtan, mutluluk ve istikrardan bahsetmek mümkün değildir. Bunları kaybeden insanlar pusulasını kaybetmiş, yolunu şaşırmış, istikametten sapmıştır.

Bugün insanlık, asıl değerlerini yitirdiği için huzursuzdur, mutsuzdur. Çünkü canı, malı, ırzı, aklı, nesli ve dini güvende değildir. Çünkü bunları koruyacak, garanti altına alacak adalet yoktur. Çünkü Allah'ın insanlar için seçip gönderdiği ve kendilerinden ancak onu beğenip kabul edeceğini beyan ettiği İslam'ın hükmü hayata hâkim değildir.

Tecrübelerle sabittir ki bu değerleri korumak için mali kaynaklar (güçlü ekonomi), polisiye tedbirler ve caydırıcı müeyyideler yetersizdir. Elbette bunlarsız olmaz, ama bunların yanında manevi olarak insan ruhunu besleyen güzel ahlak, Allah korkusu ve Ahiret bilinci olmalıdır. Bu bilinçten yoksun olan insanları hiçbir şey kötülüklerden, ifsattan alıkoyamaz, ıslah edemez.

Yaratılışı itibariyle insanın maddeye karşı bir zaafı, bir doyumsuzluğu vardır. Sahip olduğu mallar, servetler, imkanlar çoğaldıkça bunlara karşı meyli daha da artar, hırsı daha da doyumsuz bir hal alır. Bunları frenleyen tek sistem İslam'ın getirmiş olduğu iktisat anlayışıdır. İnsanın mevcut olana kanaat etmesi ve dünya ile ahiret arasındaki dengeyi sağlam tutmasıdır.

Bugün insanların uzayda, başka başka gezegenlerde hayat olanaklarını araması, içindeki bu doyumsuz hırsın, bu açgözlülüğün bir neticesidir. İnsanlar bu alandaki çalışmalarını daha da ileri aşamalara götürebilir, hiç hayal edemediğimiz sonuçları elde edebilir ve büyük keşifler gerçekleştirebilirler. Ama huzur bulamaz, oradan insanlara mutluluk getiremezler.

Yeryüzünde İslam'ın iktidarı kaybetmesiyle insanlık çok şey kaybetti ve kaybettiğini hep arayıp durmaktadır. İnsanlar rızık aramakta, güven aramakta ve bir yudum huzur aramaktadır. Bunlarla alakalı bir yerlerde ışık gördükleri zaman ölümleri pahasına da olsa denizleri aşarak oralara akın etmekte, oradaki yönetimlere -gayri İslami de olsa- iltica etmekteler.

Ne var ki gittikleri çoğu yerde adalet insanların insafına bağlı ve elit birilerinin tekelinde olduğu için oralarda da ikinci sınıf insan muamelesi görmekte, kölelik muamelesine tabi tutulmaktadırlar. Bir nevi yağmurdan kaçarken doluya yakalanmaktadırlar.

Sonuç olarak insanlığa mutluluk getirecek tek reçete, 15 asır önce yedi kat semanın ötesinden Hz. Muhammed sallellahu aleyhi veselleme gelen Kur'an-ı Mübin'dir, Resulüllah'ın sünnetidir. Bu iki kaynağa bağlanan kimse doğru istikamet üzere yol alacak, hem dünyada mutlu bir hayata kavuşacak hem de ahiret hayatını mamur edecektir.

Peki, buna kavuşturacak yol, yordam nedir? Bu nasıl mümkün olabilir? Bunun en kısa cevabı öncelikli olarak Müslümanların aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakması, birbirlerini mümin oldukları için sevmeleri, içlerinde biriken kinlerini, öfkelerini birbirine değil, İslam düşmanlarına karşı harcamaları ve saflarını birleştirmeleridir.