Cihad; kelimetüllah`ın en yüce olması ve İslami değerlerin yaşanır hale getirilmesi için fert ve toplum olarak fiili, kavli, siyasi ve askeri alanlarda yürütülen faaliyetin adıdır. Cihad, Allah`ın emridir. Bu emri veren Allah, uygulama şeklini de o belirlemiştir. Cihadı saldırı veya savunma şeklinde nitelemek doğru değildir. Çünkü bu iki kelime İslam düşmanları tarafından ithal edilmiştir. Bu iki kavramın anlamı cihadın anlamına zıttır. Cihad, saldırı demek değil, savunmadan da ibaret değildir.

Saldırı; başkasının haberi olmadan gafil bir şekilde onun üzerine varmaktır. Bir devletin haksız yere bir başka devlete saldırmasıdır. Rusya`nın daha önce Afganistan`a veya Saddam`ın Kuveyt`e saldırması gibi. Bu günkü uluslararası hukuk ilkelerine göre saldırının tarifi işte budur. Bu ise, İslam`ın yasakladığı bir şeydir.  

Savunma ise; bir devletin kendisine saldıracak olanlara karşı kendini savunmasıyla sınırlıdır. Herhangi bir devlet ona saldırmaz ve sınırlarına saygılı olursa bu devlet onun en yakın dostu olur. Bunun ötesinde o devletin kâfir veya mümin olması veya kendi milli sınırları dışındaki Müslümanlara zulmetmesi onları ilgilendirmez. Hâlbuki bu, İslam`ın evrenselliğine aykırıdır. Çünkü İslam, Allah`ın insanlar için seçip beğendiği tek dindir. Bütün yeryüzü de onun mülküdür. Onun dinini bütün yeryüzüne yaymak, tevhit bayrağını yeryüzünün dört bir köşesine dikmek, onun inananlar üzerindeki bir hakkıdır ve onlara olan kesin emridir.

“yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah`ın oluncaya kadar onlarla savaşınız.” Ayeti, bu âlemşümul görüşü ortaya koymaktadır.

Âlimlerin cumhuru; fiili savaş, fitneyi kaldırmak içindir; dini yaymakta ise asıl olan tebliğdir. Dini yayma işleminin birinci yolu barışçı yollarla tebliğ faaliyetidir. Zira ihtida için asıl olan tebliğdir. Tebliğ yolu açık olduğu müddetçe fiili müdahale olmaz. Ama ne zaman ki tebliğin yolu kapanır, iş zorbalığa dökülürse o zaman fiili müdahale kaçınılmaz olur. Bu da saldırmak değil, tebliğin önünü açmak içindir.

İnanmayan insanlara ilk başta şu iki teklif sunulur: ya iman etmek ya da boyun eğmişler olarak teslim olup İslam`la yönetilen devlete cizye (vergi) ödemek. İman etmek onlardan istenen ilk şey ise de illa da buna zorlanmazlar. Onlar akidelerini tercih edip ona bağlandıkça akidelerinde serbest bırakılırlar. İslam hiç kimseyi akidesini kabul etmesi için zorlamaz:

“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkâr eder ve Allah`a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. (Bakara: 256)

Müsteşriklerin cihadın anlamında hata etmelerinde ya da yanıltmalarında garipsenecek bir durum yoktur. Zaten onlar gecelerini gündüzlerine katarak bunun için faaliyet icra etmektedirler. Asıl garipsenen şey onları taklit eden, İslam`ı onlar gibi algılayan, onların bakış açısıyla bakan, geçmişte ve halen cihadın iptidai değil de savunma olduğunu yazan sözde İslamcı yazarların tavrıdır. Bundan da daha garibi ise, Kur`an`dan bazı ayetleri getirip taşımadığı anlamları onlara yüklemeleridir. Üstad Şehid Seyyid Kutub`un bu insanlar hakkındaki sözleri ne kadar isabetlidir:

“Kur`an`ın bir kısım ayetlerini İslam`ın cihad metoduna delil gösterirken cihadın geçirdiği merhaleleri gözetmeyenler! Bu metodun geçirdiği merhalelerin tabiatını her merhale ile ilgili değişik nasların ilişkisini idrak edemeyenler! Evet, bunu yapanlar büyük bir hata işliyorlar. Bu dinin tabiatını saptırıcı nitelikte karıştırıyorlar. Naslara taşımadıkları nihai kaide ve prensipleri yüklüyorlar. Her nassı bu dindeki son kaideymiş gibi algılıyorlar. İslam`ın ancak savunma için cihat ettiğini söyleyerek bu dine güzellik kattıklarını sanıyorlar. Aslında onlar isimlerinden başka nitelikleri kalmamış darmadağınık Müslümanların ümitsiz realitelerinin baskısı altında kalmış kimselerdir. 

İslam`ın ilk gününden itibaren cihad iptidaidir. Onun tebliğ süreciyle fiili cihad arasında asla bir tenakuz bulunmamaktadır. Bilakis uyumluluk ve insicam vardır. Hedef ve gaye bütünlüğü vardır: 

Allah`ın, ”Ey elbisesine bürünen! Kalk ve uyar.” (Müddesir: 1-2) “Onunla kendilerine karşı büyük bir cihat ile cihat et.” (Furkan: 52) şeklindeki emirlerin gaye ve hedefi birdir

Şu halde, La ilahe illallah kelimesine davet; soyut olarak onu dille ifade etmekten ibaret değildir. Eğer böyle olsaydı, ilk günde Kureyş bunu kabul etmekten kaçınmazdı. Kelimei tevhide davet, aynı zamanda onun gereğini yerine getirmektir. Bu ise, müşriklerin uzun süre üzerinde yaşadığı sistemi bütünüyle değiştirmeyi gerektirir. Çünkü bu kelimeye davet, Allah`ın indirdiğiyle hükmetmeye davetin kendisidir ve bu dindeki cihadın ilk adımıdır.