Şüphesiz ki, İslam, mensuplarının hayatını sürekli bir denetim ve otokontrol sistemi altında tuttuğu gibi pratik hayatta da süreklilik arz eden bir dindir. Müslüman kişi, efali mükellefe denilen İslam`ın hükümlerini, her zaman ve her yerde yaşamak ve hayatında uygulamak durumundadır. Bu hükümler, her zaman süreklilik ve düzenlilik ister. İnançta olduğu gibi amelde de süreklilik esastır. Mevsimlik elbise gibi zamanı gelince giyilir, mevsimi geçince de çıkarılır tarzdan bir yaşantı, İslam`ın öngördüğü kulluk anlayışına aykırıdır.
Ramazan`ın bu son günlerinde ‘Elveda ya şehri Ramazan` diyerek Ramazanı uğurlamaya çalışırken namaza, niyaza da elveda etmeyelim. Yani ibadete, namaza niyaza: “bir dahaki Ramazanda buluşmak üzere eyvallah” dercesine her şeyi bir yerde bırakıp ayrılmayalım. Bilakis Ramazan`da elde ettiğimiz değerli kazanımları ve güzel melekeleri, güzel bir ahlak ve alışkanlık haline getirerek Ramazan`dan sonra da devam ettirmeye çalışalım.
Bilmemiz gerekir ki, Allah`ın bizden istediği kulluk vazifesi, izne ayrılmayı, tatil yapmayı asla kabul etmez. Hayatımızın son nefesine kadar bize farz kılınan şeyleri yapmakla; yasak kılınan şeylerden de sakınmakla yükümlüyüz. Ecelin ne zaman geleceği meçhul olduğuna göre bu iş gaflete de gelmez. Dolayısıyla yapmadığımız vazifeleri başka zamana ertelemek ihmale bırakmak da gafletten ve kendi kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
İbadette devamlılık esastır. Az da olsa en hayırlı amel devamlı olanıdır. Elbette tüm hayırlı ameller için en bereketli ve en verimli zaman Ramazan Ayı`dır. Ama Ramazan`dan sonra da yapılması gereken başka işler vardır. Bu hususla ilgili Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam şöyle buyurur: “iki gece vardır ki, kim onları ihya ederse kalplerin öldüğü günde onun kalbi ölmez. Bu iki gece Şaban`ın 15. Gecesi ile bayram gecesidir.” (İbni Mace)
Yine Şevval orucu hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Kim Ramazan`dan sonra hemen bayram gününü takiben altı gün oruç tutarsa bütün yılı oruç tutmuş gibi olur.” (Taberani)
Bu hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, Allah`ın Resulü (s.a.v), ümmetini bir hedeften hemen bir başka hedefe yöneltmiş, bir vazifeden bir başka vazifeye koşturmuştur. Yani Allah`ın onlara farz kıldığı ibadetlerden ayrı olarak bir de nafile ibadetlerle onları takviye etmiştir. Elbette Allah`ın kullardan istediği şey onlara farz kıldığı ibadetlerdir. Ama nafile ibadetlerle kullar Allah`ın rızasını kazanmaya ve en sevgili kullar olmaya hak kazanırlar. Bu hususla ilgili Ebu Hureye`den rivayet edilen bir hadisi kutside Allah (c.c), şöyle buyurmaktadır:
“Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep ettiği zaman onu himayeme alır, korurum.” (Buhari, Rikak 38.)
Yani kulum o derece bana yaklaşır ve yardımlarım o derece hızlı ona ulaşır, o kulumun tüm hareketleri benim denetim ve gözetimim altında olur.
Demek ki, oruç, namaz ve zekât gibi farzları eda ederken, nafile oruç, namaz ve sadakaları da ihmal etmemeli, unutmamalıyız. Zira nafile ibadetler, bizi günaha karşı daha korumalı ve sevaba karşı daha canlı, diri ve istekli tutarak Allah`ın hoşnutluğunu kazanmaya vesiledirler. Şu halde, gücümüz nispetinde nafile ibadetlerden de istifade etmeye çalışalım.
Tabi ki, Ramazanımızı en güzel şekilde uğurlamaya çalışırken gelmekte olan mübarek Ramazan Bayramımızı da bayram olarak yapmaya çalışalım. Aramızda gönlü buruk, kanadı kırık olanlara rağmen tüm müminlerin mübarek Ramazan bayramını candan tebrik ediyor, bayramın, tüm bela ve zorluklardan kurtulmaya ve ümmet içindeki kavgaların bertaraf olup İslam kardeşliğinin yeşermesine vesile olmasını yüce Allah`tan niyaz ediyorum.