7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı operasyonu; nasıl ki siyonist istihbaratın çuvalladığı ve rejimin yenilmezliği algısını kırdıysa İran’ın, işgalci israil’e yönelik 13 Nisan’da yaptığı saldırı da ABD ve Avrupa ülkelerinin “Yapma” tehditlerine rağmen bir İslam ülkesi olarak ‘israil’in dokunulmazlık’ algısını sarsmış durumda.
Saldırının gerekçesi Şam’daki elçilik binası vurularak generallerine yönelik suikastın intikamıydı elbette. Ama israil’in İranlı komutanları vurma amacı İran’ın gerek Hizbullah gerekse de HAMAS olsun, Direniş gruplarına silah desteği sunmasıydı.
Kabul; saldırının hızı ve füzelerin etkisi düşüktü. Atılan füzeler ve İHA’lardan sadece birkaçı isabet etti.
Ancak tüm siyonist işgalci yerleşimcileri ve sözde savaş kabinesi hükümet üyelerini sığınaklara doluşturan bu korku bile İran’ın yaptığı saldırının ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.
Sadece bu da değil.. İran’ın saldırı hazırlığı sürecinde işgal rejimi Gazze’deki askerlerini geri çekmiş, Lübnan ve Yemen’den gelebilecek saldırılara yönelik bir savunma pozisyonuna geçmişti.
Saldırı öncesine kadar İran’ın israil’i sadece tehdit etmekle suçlayanların İran’ın 13 Nisan saldırısına ise bu kez “Danışıklı dövüş” ya da ‘tiyatro’ demeleri anlaşılır gibi değil. Eğer bir tiyatro olsaydı, İran’ın 300 İHA ve füzesi için ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün ortak hareketli 400 uçak havalanır mıydı, füze ve Dronları düşürmek için?..
Yukarıda ifade ettiğim gibi etkili bir saldırı olmayabilir ancak korku duvarlarını aşıp zincirleri kıran bu ve benzeri girişimler değerlidir ve arkası gelecektir.
Olayı, saplandıkları mezhepsel zemin çerçevesinde değerlendirenler; 40 binden fazla canın toprağa düştüğü Gazze’ye yönelik soykırım karşısında siyonist işgal rejimini kınamanın ötesinde bir şey yapamayan İslam ülkelerinin acizliğini sorgulamalı..
Mesele İran’ı savunmak değil; İran’ın yanlışları da vardır, doğruları da.. Ancak namlusunu siyonist emperyalist güçlere çevirdiği anda bu ister Türkiye olur, bu İran olur, bu Pakistan olur, fark etmez alkışı, desteği hak eder.
Ama işin ilginç yanı, siyonist rejimin İran’a tekrar bir misillemede bulunacağını ilan etmesiyle Türkiye ve Arap medyasının, israil’in işlediği tüm savaş suçlarına rağmen olayı uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirme hezeyanı içerisine girmiş bulunmalarıdır ki; bu, tarifi mümkün olmayan bir akıl tutulmasıdır. Çünkü siyonist israil, Filistin topraklarında 1948’den 2024’e ne kadar savaş suçu varsa işlemeye devam ediyor. Son Gazze soykırımı bunun en büyük delilidir.
Dolayısıyla israil’i normal bir ‘devlet’ olarak görüp değerlendirenler haklının değil güçlünün yanında olduklarını bilmeliler. Bırakın Filistinlilerin İsraillileri yargılamalarını eğer ki adil bir uluslararası sistem işliyor olsaydı israil diye bir devlet olur muydu? Adil bir düzen olmadığı için uluslararası sistemi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ABD ve AB’den de tam destek gören işgalci israil, uluslararası hukuku hiçe sayarak insanlık suçu işlemeye devam ediyor.
Burada asıl konuşulması gereken mesele ise Ürdün ve Suudi yönetimlerinin siyonist rejime kalkan görevi gören ihanetleridir. Siyonist dostu Ürdün kralı İngiliz Abdullah, İran’dan atılan İHA’ları düşürürken, Suudi yönetimi de Yemen’den işgal rejimine atılan füzelere set olmuştu 13 Nisan gecesi!
Ürdün ki; hem Filistin hem işgalci israil’e göre sözde Mescid-i Aksa ve çevresinden sorumlu ülke..
Suud Arabistan ki; Kudüs için kurulan 57 İslam ülkesinin üye olduğu ve Gazze’de insanlık ölürken kınamaların ötesine geçemeyen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın merkezi ve kurucu üyesi..
Mısır ki; dikta rejimiyle 100 milyonluk ülke insanın geleceğini kararttığı gibi, 190 günü aşan insanlık dışı terörizme ve açlıktan ölümlere rağmen Refah sınırını işgal rejiminin kontrolüne bırakacak kadar batıya bağımlı..
Ne kadar acı bir durum değil mi; düşman dururken Ehli Kıble ile uğraşıyoruz.. Bunun içindir ki Allah (Celle Celaluhu) indirdiği ayetle Müslümanları uyarıyor; “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi 46)
Gazze halkı ve Direniş hareketleri, bir yanda dünya halklarını uyandırmaya diğer yanda ise ihanet şebekelerinin maskelerini indirmeye devam ediyor. 7 Ekim, dünya tarihinde bir milat olacak. Gelecek nesiller yaşananları, 7 Ekim’den önce ve sonra diye tanımlayacaklar. Çünkü bugünden sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Dünya yeni bir düzene gebe.. İslam ülkeleri bu yeni düzende yer alacaksa eğer, ırk, dil, mezhep, meşrebe bakmaksızın kardeşlik hukukunu işletmeli ve birlikte hareket etmeli. Bundan hareketle bugünden itibaren siyonist emperyal güçlere geri adım attıracak her söylem ve eylem değerlidir ve desteklenmelidir.