Mezar-ı Şerif’ten Kabil’e gitmek için uçağa biniyoruz.

Pilotun kalkmadan yolcuları selamlaması ve Zuhruf suresinin 13-14. Ayetini okuması çok hoşuma gidiyor, kalbime bir ferahlık geliyor.

Yolculuk 40 dakika gibi kısa bir zaman alıyor. Kabil havaalanına indiğimizde saat 17.00’ye geliyordu.

İstanbul’dan itibaren irtibatta olduğumuz mihmandarımız Nimetullah Sadat Hoca bizi karşılıyor. Kendisi Kabil’de bir yardım vakfının başkanlığını yapıyor. Aynı zamanda bir üniversitede ders veriyor. Yedi dil bilen Nimetullah Hoca ayrıca Kur’an hafızı.

Kalacağımız otele doğru yol alırken bir yandan sohbet ediyor diğer yandan etrafı izliyoruz. Dikkatimi hemen keşmekeş trafik çekiyor, neredeyse hiçbir kural yok. Her taraftan araba, motor, bisiklet ve insanlar çıkabiliyor; ama yine de sürücüler çok fazla kornaya basmıyor, herkes alışmış bu vaziyete. Ancak bir tek işgale alışamamış bu topraklar.

Yarım asır boyunca hiç dinmemiş çatışma ve savaşlarla boğuşmuşlar. Neredeyse her evden birkaç şehid, gazi var. Süre zarfında milyonu geçen ancak son işgal sürecinde yüzbinlerin işgalci emperyalistlerce katledildiği ülkede istatistiklere göre bir milyondan fazla çocuk yetim kalmış, yüzbinlerce kadın dul ve üç milyon kişi bombalı ya da farklı saldırılardan dolayı sakat kalmış. Evlerini, işlerini, canlarını kısacası her şeylerini kaybetmişler ancak İslami yaşam ve kültürlerini, Müslüman kimliklerini kaybetmemişler elhamdülillah.

Bu düşünceler içerisinde etrafı seyrederken bir kavşakta büyükçe bir duvara yazılan Kelime-i Tevhid bayrağı dikkatimi çekince Nimetullah Hoca buranın eskiden Amerikan büyükelçiliği olduğunu söylüyor.

Otele varana kadar akşam çöküyor. Eşyalarımızı otele bırakıp yakında bulunan  bir Türkmen lokantasında yemeğe gidiyoruz. Ancak cadde ve sokaklar karanlık, sokak lambaları yanmıyor. Sadece bulunduğumuz cadde değil şehrin tümü bu şekildeymiş. Bu durumun önceki hükümet döneminde de böyle mi yoksa Taliban geldikten sonra mı böyle olduğunu soruyoruz. Mihmandarımız, “Eskiden de böyleydi” diye cevaplıyor.

Burada akşamları hayat saat 21.00-22.00 gibi bitiyor. Hele kırsal kesimlerde 21.00’i bulmuyor, herkes evine çekiliyor. Ancak sabah namazı sonrası erkenden herkes ayakta, rızkının peşinde.

Ertesi gün erkenden kalkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra mihmandarımızla Kültür ve İletişim Bakanlığına gitmek için yola koyuluyoruz. Amacımız Taliban Sözcüsü Zabihullah Mücahid’le görüşmek.

Elçiliklerin bulunduğu caddeye gelince dikkatimi neredeyse iki kat uzunluğunda kalın duvarların üstünde çitlerin bulunduğu büyükelçilikler çekiyor. Her biri bir kale görünümünde adeta. Özellikle işgalci konumundaki ülkelerin elçiliklerinin işgal döneminde sürekli bombalı saldırılara maruz kaldığını düşününce bunca tedbirin normal olduğunu düşünüyorum.

Ancak halkta bayağı bir rahatlık seziyorum. Esnaf işinde gücünde. Ama merkezde bir trafik var ki, hiç sormayın, hele de adım başı her yaştan üstü başı kir pas içindeki çocukların dilenmesi işgalci zalimlerin ülkeyi ve insanını ne hale getirdiklerinin şahidi. Birçok kişi ülkeden çıkmak için bir yol arıyor. Sebebini soruyorsun, ya iş yok, ya güvenlik endişesi veya savaşlardan yorulmuş, insanca bir yaşam hayali var aklında.

Kültür Bakanlığının önünde bekleyen silahlı korumalara izin kağıdımızı gösterip içeri giriyoruz. Zabihullah Mücahid’in ofisinin önünde bekleyen bayağı bir insan var. Biraz bekliyoruz görüşmek için; ama ne mümkün. Mücahid’in özel kalemi, kapıdakilerin günlerdir randevu alıp beklediğini müsait bir vakitte bizi çağıracağını belirtince görüşemeden çıkıyoruz binadan.

Şehri dolaşmaya devam ediyoruz. Dikkatimizi gidiş gelişli iki cadde ortasında öbek öbek oturmuş açıktan uyuşturucu çeken insanlar çekiyor. Az da değiller. Mihmandarımız, bunlardan şehrin birçok yerinde olduğunu hatta çoğunlukta oldukları bir merkezleri da olduğunu ifade edince onları bu hale getiren sisteme ve kukla rejimlere lanet, kendilerine dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

İşgalcilerin zorla girdiği Müslüman topraklarında batılı argümanları işletmeye kalkar ve ülkeye uymayan yanlış politikaları uygulamaya kalkarsanız sonuç her zaman yıkım olur. Bu, sadece Afganistan özelinde değil diğer tüm Müslüman ülkelerin sorunu. Kısacası Afganistan’da ne kadar olumsuzluk varsa tümünün sorumlusu batılı emperyalist şer güçler.

Savaştan çatışmalardan yorgun düşmüş yeni Afganistan için Müslüman ülkelere büyük vazife düşüyor. Büyük bir dayanışma içerisine girilmeli. Ülkenin inşa sürecinde ciddi roller almalı ki bu, karlı bir iş de olacak onlar için.

 

Kimi batılı ülkelerin kolları sıvadığı, ülkenin zenginliklerini kaptırmamak için derin bir mücadele içine girdiği duyumları da geliyor kulağımıza.

Hızlı hareket edilmezse ABD ve batılı ülkeler savaşla yenemedikleri Afgan halkının zenginliklerini bu kez kapitalist işgalcileri vasıtasıyla sömürecek.

Aksi halde olan yine bunca yıldır mücadele vererek işgalcileri defeden Müslüman Afgan halkına olacak.