Günü birlik değişen iç ve dış gündem çoğu kez birçok temel meselemizi ıskalamamıza veya ertelememize sebep oluyor. Bu da sorunların kangrenleşmesi, sorun sahiplerinin başkalaşmasını doğuruyor.
Bu günün dünyasında iktidar olmakla birlikte muktedir olmadan ayakta durmanız mümkün değildir. Muktedir olsanız bile arkanızda güçlü bir halk desteği yoksa yine “emperyal” taarruzlara direnmeniz imkansız gibi. Bu destek memleketin her tarafında homojen olmalı. Seçimler sonrası haritanın bir bölümü başka renge boyanıyorsa bu büyük bir problemin aşikar ifadesi olur. Bu problemi haritanın “baskın” renginin mantalitesine göre çözmeye kalkışmak ise çözümsüzlüktür.
Belki inanılması güç ama bizim sokaklarda yangın var. Kimi harından, kimi dumanından, kimi de feryadından etkileniyor bu yangının. Eğer bu FETÖ`nün oluşturduğu güçlü bir algısı ise, halen sokağın nabzını kontrol ediyor olması açısından durum çok vahim. Yok sanal değil gerçek ise bu algı, bir şekilde herkesin payına düştüğü kadar etkilenmesi çok daha vahimdir.
Her ne kadar bu günlerde “Kudüs” gündemimizin baş köşesine haklı olarak oturmuş ise de Kürt meselesi Türkiye`nin birinci meselesi olmaktan asla çıkmayacak. Bu meseleyi çözmeden başka meselelere köklü bir çözüm getirmek mümkün değildir. Yüz yıllık devasa bir iç problemi öteleyip sadece zaman zaman yaldızlı sözlerle çözmeye kalkışmak belki konjonktürel olarak bir “suskunluk” yaratabilir. Ancak bu tavır meseleyi aynı zamanda bir dış mesele haline getirir ki dışarıda bu meseleyi kanatmaya, kangrenleştirmeye ve bütün bedeni hasta hale getirmeye namzet çokça aktörün olduğu bilinmekte.
Maalesef bu meselenin çözümü “terörle mücadele” ile özdeşleşen bir hal almış durumda. “Terör biterse sorun da biter” gibi atadan kalma yöntemler tekrar revaçta. Tavuk- yumurta meselesine dönüştürülen bu mesele vardır, aşikârdır, gün gibi ortadadır ve bütün Kürt`ler muhataptır.
Eli silahlıyla çözülemiyor. Başı külahlıya “vebalı” muamelesi yapılıyor. Geriye “boynu kıravatlı” kalıyor. Kravatından tutup her yere çekiliyor belki ama onlarla da çözülemeyeceğini herkes bilir.
FETÖ ile mücadelede de yine 28 Şubatçı`ların tavrı ve tarzı revaçta. Belki dindarlar derdest edilmiyor ama saha dışına itilmenin bütün hesapları inceden inceye yapılıyor. Mağduriyetlerin gittikçe artması bir yana, bürokratta “yanlış yapmama” korkusunun doğurduğu haksızlıklar bir yana. Kimin ağzını açsanız nerdeyse anlatacak birkaç hikayesi vardır buna dair. Tam da FETÖ`nün istediği bir karmaşa yaşanıyor. Şimdilerde sokakta, derdest edilen FETÖ`cülerden çok; FETÖ üzerinden yaşanan mağduriyetler ve etkin konumunu onun bunun desteğiyle koruyan FETÖ`cüler konuşuluyor. Kurulan komisyonlar ise “fare” doğurdu.
İşin en vahimi ise özellikle doğuda 15 Temmuz gecesi ve sonrasında meydanlarda olanların tam bir “fetö” muamelesi görmesi. Bunların atama ve işe alımlarda “mülakatçı” ve “güvenlikçi” yöntemlerle elenmesi atama bekleyenlerde paranoya oluşturduğu gibi, yüreklerinde ve beyinlerinde onarılmaz kalıcı izler de meydana getiriyor. Sağlık alanında olası bir alımda KPSS puanına güvenerek sıranın kendisine geleceğinden emin olan ve “o gece” meydanda olan bir yakınımı şimdiden güvenlik soruşturması sendromu sarmış durumda. İkna çabalarıma rağmen “Amca güvenlik soruşturmalarını aylarca uzatıyorlar. Hiç ilgisi olmayan insanları bile eliyorlar. Bir kriteri yok bu işin. Piyongo gibi kime vursa…” diyor. Yarın elenirse varın yaşayacağı kırılmayı siz düşünün.
İktidarın özellikle bizim mahalledeki kadroları -inanın abartmadan söylüyorum- bir facia. Her günün “has adamı” olma kapasitesine sahip adamlar. Değiştirilenler içinse annem; “ha Kel Cengiz ha Cengiz Kel” der. Bu yukarıdan bilinmiyorsa durum çok vahim; biliniyorsa daha da vahim.
Kayyumlar umut tazelemedikleri gibi işe alımlarda ve ‘muhataplık` meselesinde “Kel Cengiz” hikayesindeki gibiler. Ancak haklarını teslim etmek adına söyleyeyim; yine de HDP`li belediyelerden kat be kat iyi hizmet veriyorlar şehircilik adına.
Son olarak; iktidarın hiçbir hatası FETÖ`nün meşrulaştırılmasına gerekçe veya malzeme yapılamaz/yapılmamalı.
Hülasa bizim sokakta insanlar etraflarına bakıp emin olduktan sonra “kısık” sesle de olsa bunları konuşuyorlar.
Dos(t) doğru söylemeli!