90`lı yıllarda PKK bölgedeki dindarlara savaş ilan etmiş “ya sev ya terk et”i “ya sev ya terk et ya öl” şeklinde yeniden formüle edip kaçırdığı Molla Ali Elbahadır`ı Lice kırsalında üzerinde sigara söndürerek ve naylon damlatarak katletmişti. Onlarca köy basıp çoluk çocuk demeden vahşice öldürdüğü yüzlerce insanı; Yasin`leri yazmaya bu sayfalar yetmez. İşte batı bu vampiri hep koruyup kolladı.
Aynı yıllarda derin devletin Jitem`i PKK`yi aratmayan yol ve yöntemlerle aynı vahşeti halka uyguladı. Birbirlerini besleyen iki canavar gibiydiler. Halkımızı seçeneksiz bırakmaya çalışıyorlardı. İşbirlikçi olduklarını anlatamamıştık. Ancak bu günün devleti söyleyebildi bu gerçeği. Zira bu günün devletine de saldırtılan bu kural tanımayan vahşileri Batı koruyor.
Bir halkı bütün değerleriyle yok ederken vahşetin icad edilmiş bütün yöntemlerini uygulayan İsrail Batı`nın himayesindeki şımarık çocuğu oldu her zaman. Batı`nın önemli kırmızı çizgisidir Siyonizm`in korunması.
Mısırda vahşet, Suud-Avrupa-ABD ve Sisi eliyle bütün çıplaklığıyla arzı endam ediyor hiçbir kanun ve kural tanımadan. İŞİD`e rahmet okuturcasına…
Yemende bir halkın ölüme terk edilişi haber bile olmuyor “çifte standartçı” yaklaşımlar ile. Kral ve Trump`ın tamtam dansı eşliğinde
Suriye “vahşetin” ilminin yeniden kaleme alındığı bir laboratuvar adeta. Irkların ve mezheplerin savaş cenneti! Bu vekâlet savaşında sınırları oluşturan piyonların işi bitiyor. Şimdi Batı devrede. Bu sınırlara “duvarlar” örüyor. Kimin İŞİD`i yoktu ki orda. Yüz yıl kapanmaz yaralar açtılar. ABD`nin alenen desteklediği PYD, başta muhalif Kürtler olmak üzere tüm muhaliflerine İŞİD`e rahmet okutan cinayet işledi, katliamlar yaptı.
Cezayir ve Sudan gibi uzak zamanlarda ve diyarlarda Batı eli ve desteğiyle işlenen vahşeti saymıyorum bile.
Bu günlerde bambaşka bir vahşet cereyan ediyor uzak diyarlarda. Kendi elleriyle dünyaya servis ettikleri bu vahşete tahammül edende zerre kadar insanlık kalmamıştır. Kör baltalarla kol ve bacakların acemi kasap edasıyla kesilmesi, sopalarla ulu orta linç edilmesi, kafaların kör baltalarla kesilmesi veya ezilmesi… Kesici, delici, yakıcı her türlü ilkel ve can yakıcı aletlerle öldürme biçimlerinin hepsini adamlar servis ediyor. Normalde bu vahşet, yapan tarafından gizleniyorken Budist çeteler özellikle servis ediyor. Peki, elinde imkân olduğu halde Batı`nın kılı kıpırdıyor mu? Hayır. Demek ki Batı`lı yöneticilerde zerre kadar insanlık kalmamıştır. Ya kılı kıpırdamayan batı halkları? Demek ki onlarda da zerre kadar insanlık kalmamıştır.
Müslümanlar ne durumda? Müslüman halklar her zamanki gibi çırpınıp duruyorlar. Yönetimler düzeyinde ise Türkiye ve İran dışında medet umacağımız hiçbir ülke yok. Bu iki ülke de birbirini görmezden gelen tuhaf tutumlar sergiliyorlar. Geriye kalan Müslüman ülkelerin kralları da kan ağlayan halkına nispet, “kan” tokuşturuyorlar maalesef.
Peki 3-5 milyon Arakanlı Müslüman`ın Myanmarlı Budistlere bu denli büyük tehlike oluşturması sizce mümkün mü? Elbette hayır. Budizm`in “hümanist” ağırlığını da biliyoruz. Öyle ise bu çetelerin yaptığı “Budisti Terörizm” midir? Hayır! Onlar da kullanılıyorlar. Batı er-geç kapısına dayanacak bir savaşı olabildiğince uzakta ve başkalarıyla yapılması çabasını güdüyor.
O halde mesele 3-5 milyon Müslüman meselesi değil. O coğrafyanın önemli bir kısmını teşkil eden Müslüman ve Budist dünya arasında büyük çatışma ve savaşların zeminini oluşturup yine bunun üzerinden yeni “talan” imkânları elde etmek. Ayrıca İslam dünyasını soluksuz bir şekilde çatışmalarla meşgul etmek… Böylelikle kendine gelip düşünme ve ayağa kalkma fırsatını tanımamak. Batıya karşı savunma mekanizmasını yok etmek. İslam`ın en büyük silahı olan tebliğ ve irşad kapasitesini yok etmek veya olabildiğince daraltmak.
İnekleri kutsayan bir akıl tutulmasını İslam`ın nuruna ve aklına kapatmak. “Nefsi tatmin” tanrısından başka tanrısı olmayan demokrat! Batılı ve batıcı kafaları İslam`ın ilim- irfan mektebine kapatmak. Doğru düşünmemizi ve doğru yaşamamızı engelleyen ne kadar enstrüman varsa devreye sokuyorlar.
Söyleyin bakalım Budist çeteler kimin İşid`i?
Elbette ki onlara Nobel Barış Ödülü! Verenlerin İşid`i.
Peki, biz engelleyebiliyor muyuz? Yardım edebiliyor muyuz? Hayır! Ancak kaçtıkları ülkede ziyaret edebiliyoruz. Sorun kaçamayanları korumaktır esas.
Tek çare Batı`nın bu düşmanlığı karşısında ihtilaf bile sayılmayan milli ve mezhebi farklılıklarımızı bir yana bırakıp ana gövdemizin iki başat ülkesi İran ve Türkiye`nin ittifak etmesi. Bu iki güç ittifak etmedikçe bu günün dünyasında güçlenmemiz mümkün değildir. İran koyu camlı Şia gözlüklerini şeffaflaştırmalı gözlerini görünür kılmalı. Türkiye de milli gömleğinin üzerine “derviş hırkasını” giymeli. Diğer yollar çok uzak görünüyor.