Ateş düştüğü yeri yakar. Evi yanmakta olanın feryad-ü figanı hoş karşılanır ve bazen onunla birlikte feryad figan edilir. Hatta müsebbiplerin yakasından tutup silkelemesi meşrudur, destek görür.

Yanmakta olan evimizin harı ateşi belki alındı ama dumanlar içten içe yükselmekte. Yeniden tutuşmanın şartları tamamen mevcuttur. Öyle ise yangından geriye kalanları kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmalı…  Evi yeniden yaşanılır kılmak için maddi ve manevi çaba sarf etmeli…

Doğrusu evi yanıyorken başkasının yangınına konuşmanın ne kendisine ne de evi yanan diğer kişiye faydası olmayacağı bilinciyle bizim de gündemimiz daima “bizim evin yangını” olmalı/olacak.

Görece olarak bölgede güvenlik önemli oranda sağlanmış, örgütün tasallutu minimize edilmiş gibi. Yerine “yerel inisiyatiflerin” çıkarcı despotik anlayışları zaman zaman geçiyorsa da genel manada halk örgütün Stalinist baskısından kurtulmanın rahatlığını, örgütün çağrılarına “sessiz” bir duruşla seslendiriyor.

Kamu güvenliğinin sağlanmasının önemini yıllarca haykıradurduk. Ancak güvenlik sağlanırken olağanüstü halin şartlarından da yararlanarak yapılan “taşra usulü” despotik uygulamalara da bölge halkımız tepkisini yine “sessizlikle” seslendiriyor. Bölge siyasetçilerinin kayyumlara yaptırdığı söylenen kirli işler halk arasında konuşulup duruyor.

Yakında bir referandum var ve sonuçları bölgenin nabzını tutmada turnusol kağıdı görevi yapacaktır elbet. Belki o zaman daha net konuşulabilecektir.

Tarihi boyunca, gerek dönemin devletinin eliyle gerekse dönemin derin yapıların sığ adamlarının eliyle büyütülen ve rakipleri bir bir tasfiye edilen PKK bir şekilde Kürtlerin tek ve alternatifsiz temsilcisi konumuna getirildi. Hatta “çözüm” sürecinde devletleşme pratiklerine müsamaha edildi. Örgüt de bundan azami derecede yararlanarak cebri bütün unsurları sahada sergiledi.

Şimdilerde ise hak etmediği şöhreti elinden alınan örgüt, hak ettiği çukurlara doğru yuvarlanma emareleri gösteriyor. Ancak bununla birlikte ortaya çıkan bir gerçek göz ardı ediliyor: Bölge halkını temsil etme meselesi… Kim ne derse desin sosyoloji asla boşluk kabul etmez. Temsiliyet meselesi siyasi ve sosyolojik bir mecburiyet olarak orta yerde duruyor ve öyle veya böyle bu boşluk doldurulur. Önemli olan doğru aktörlerle doldurabilmektir. Bir başına Ak Parti`nin bölgede görece varlığı, gerek yerel temsilcilerinin temsil etme kabiliyetinin yetersizliği açısından gerekse duygusal açıdan bir doku uyuşmazlığı gerçeği, bölgeden aldığı oya rağmen temsil etme pozisyonu taşımamaktadır/taşıyamaz.

Tek temsilci olma pozisyonundan “temsilcisizlik” sürecine evrilme iradesi beraberinde uzun vadede çok daha büyük travmaları getirir. Çevresine topladığı birkaç kişiyle Ankara`nın kapılarını aşındırıp bir temsiliyet pozisyonunu Ankara`ya yutturup, oradan adamlarına ulufe koparma maharetindeki “her günün adamı” olma becerisini gösteren kanaat! önderleri ile bir yere varılmaz. Tercihi midir gaf mıdır bilinmez ama en azından Ankara`nın bu günkü mevcut pratiği bu.

Bu durum geçici olarak alevi sönmüş ev yangınından yükselen dumanlarının bir süre sonra tamamen söneceği kanaatini taşıyorsa da; esasen ev sahibi evindeki “malzemeyi” de en iyi bilen olarak bu dumanın maazallah tekrar aleve dönmesi halinde eskiden de daha büyük tehlike arz edeceğini iyi bilmekte.

İşte bu nedenle acı yaşanmadan, tehlike kapıyı çalmadan öngörüde bulunup ön almak lazım. Ankara, bu hengamede dillendirilmekten imtina edilen “Kürdlere meşru ve doğru bir temsiliyet” sorununu mutlaka çözmeli. Bölgede zaten var olan “temsili kabiliyet” ve teşekküller göz ardı edilerek uzun vadede doğru bir zemini yakalamak mümkün değil gibi…  

Yani görece harı alınmış yangından cesaretle bu ateşin tamamen külleneceği üzerine strateji geliştirmek ham bir hayal olup aynı zamanda örgütü ve mantalitesini Hıristiyan Batı dünyasının desteğiyle de daha da güçlü ve muhkem hale getirir.