Devlet bir bakıma sivil ve resmi mekanizmanın oluşturduğu ortak akıldan sonuna kadar yararlanabilme imkanıdır/mekanizmasıdır. Bu bakımdan devletlerin doğruları topluma refah huzur olarak yansır. Ha keza yanlışları da yıkım ve hezimet getirir.

          Maalesef Arap Baharı ile başlayan ve Suriye kaosuyla devam eden coğrafyamızın “yeniden şekillenmesi” projesinde durum devlet işleyişi açısından hiçte böyle olmadı. Bir yönüyle kendimizin de içinde olduğu bu projenin aktörü olduk.

              Bu gün gelinen nokta; dün yüreği yananların mahalle baskısından söylemeye çekindiği yerdir. Eleştirinin, yanlışları söylemenin yasak/günah sayıldığı, “kurulmuş saatler” ordusuyla alınan yol bizi büyük “günahlara” götürmekten başka işe yaramamıştır.

      Son zamanlarda Suriye`de savaşı bitirme ve mümkünse Suriyelileri bir arada tutma çabası özellikle Türkiye, İran ve Rusya tarafından verilmektedir. Ancak Suriye`yi, bütün dünya çabalasa bile en az yarım asra kadar o hiç beğenmediğimiz eski haline getiremez.

      Etnik, dini ve mezhebi açıdan da küçük coğrafyasına karşın bölgenin en mozaik ülkesidir. Türk, Kürd, Arap, Ermeni, Çerkez gibi etnik çeşitliliğin yanında, Hıristiyanların oranın % 10 olması bu ülkeyi dikkat çekici kılıyor.

      Suriye`de Sünni, Şii, Dürzi, Nusayri, Hristiyan ve çok az da olsa Yezidi ve Yahudi gibi din ve mezhepler mevcuttur. Ayrıca birbirini tekfir eden çokça aynı mezhebin müntesibi var. Her bir ırkın da ırki gerekçelerle mezhepdaşından ayrıştığı grupları da vardır. Vekaleten varlıkları devam eden grupları hiç saymıyorum bile. Toplamında 24 milyon civarında nüfusu olan ve bu kadar ayrışmış karışık; bir o kadarda kaşımaya müsait ve hakeza oradaki hapşırmanın bütün bölgeyi nezle yapacak kadar etkin bir üçgende bulunan bir ülkede tutuşturulacak her ateş, önce kendini sonra da çevresini yakmaya götüreceğini bugünün dünyasında ve tecrübesinde bilmemek/görmemek kelimenin en hafif haliyle gaflettir.

       Bugün Suriye savaşı ve Arap Baharı`nı başa almak istemeyen kimse var mıdır ki…

      Bir barış sağlanabilse bile bu kuyruk ve bu yürek acısıyla suların daha uzun zamanda durulmayacağı net görülmektedir. Hele ki şu batının gözü ve midesi doymak bilmeyen medeniyeti! orta yerde duruyorken…

            Bu gün İslam coğrafyalarında diktatör rejimlerle savaş bir hak ise bu hak, gerek meşru bir seçimle baştayken kanlı bir şekilde ve gayrı meşru bir cunta tarafından darbeyle devrilmeleri; gerekse nitel ve nicel olarak savaşmaya yetecek birikim ve yeterlilikte olması açısından ancak Mısır İhvan`ına yakıştığı halde hepimiz İhvan`ın savaşı seçmemesini içtenlikle desteklemedik mi?

     Mavi Marmara`da on  şehidin kanının İsrail`e ne tür bedeller ödettiğini hepimiz gördük. Düşünün bir de dünyanın dört bir yanından Irak`a,  Suriye`ye Yemen`e birbirini boğazlamaya değil de İsrail`e karşı Filistin`e gidiyor olsalardı, belki de bu iç çatışmalarımızı körükleyen İsrail, tasını tarağını toplayıp Amerika`nın kendisine tahsis edilmiş bilmem hangi eyaletinde Arz-ı Mev`ud projeleri geliştiriyor olacaktı. İsrail`e bir fiske vurmuyorken birbirimizi imha ediyoruz. Bu ne yaman çelişki…

      Suriye`de Rejimi, Yemen`de muhalefeti desteklemek İran için büyük bir tezat iken, Suriye`de muhalifleri, Yemen`de Rejimi desteklemesi de Türkiye için büyük bir handikaptır.

      İkisinin de oluşturacağı bir ortaklık ile iç savaşlar olmaksızın da iç meseleleri önemli oranda çözebilirler. En azından minimize edebilirler.

      Yeni Suriye`lere fırsat vermeyen politikalar geliştirilmesi dileğiyle…