Henüz 14 yaşında. Okuldan biliyor; toprakları işgal edilmiş. 75 yıldır biraz daha işgal biraz daha ölüm… Gazze’ye sıkıştırılmışlar. Tanınmıyorlar. Tarım, ticaret, silah, siyaset, seyahat yok. Açlık sınırında yaşıyorlar. Cesur, onurlu ve vakurlar.

O gece bacaklarına isimlerini yazmış ve aynı odada birbirlerine sokularak uyumuşlardı. En az korkanı henüz üç yaşındaki Ali idi. Ne hissettiler asla bilinemeyecek. Gece yarısı tuvalete çıkarken korkunç bir sesle kıyamet koptu. Bir şekilde kan revan içinde sokakta buldu kendini. Yıkılan binaların sesi kıyamet uğultusu gibi.

Bağrışmalar, koşuşturmalar, inleyenler, feryat edenler, ağlaşmalar…. Anne! Baba, Alii! Ablaaa! diye feryad ediyorken içinde kolu bacağı kopuk, sağ mı ölü mü oldukları belli olmayanlarla dolu eski bir araçta buldu kendini. Sağda solda ambulanslar vuruluyor. “65. Sokaktan dön Ahmet” talimatına uyan şoför vurulmadan hastaneye varmayı başardı. Girişte ve içerde bağrışma ve feryatlar… Çocuklar, yaralılar, cesetler… Kim kimle ilgileniyor belli değil. Can verenler can vermek üzere olanlar…Herkes yerde. İlaç yok, tıbbi malzeme yok. Biri ölünce diğerine koşuyorlar.

“Ailem! Enkaza bakın belki yaşıyorlar” diye feryat ediyorsunuz ama nafile.

Yaraları hafif olduğu için ona bakan bile yok. “Hastane de vurulacak” diye çok yüksek sesle biri bağırıyor. Endişe eden yok. Çok geçmeden büyük bir patlama tozu dumana kattı. Sesler seyrekleşti. Sesi çıkanlar can havliyle bağırıyordu. Binayı bilen biri kolunuzdan tutup çekiştirerek çıkışa götürdü.

Dışarı toz-toprak, korku, panik… İmdat çığlıkları arşı alaya yükseliyor. Bir tarafı çöken hastanede kim öldü kim kaldı bilen yok. Kurtulanlar toplanıldığı yerden BM’nin güvenli dediği okula bombalar arasında götürülüyorlar. Sayıklıyorsunuz; anne, baba, Ali, abla!

 İnsan yığını bir okul. Çocukları ölmüş anneler, kocası ölmüş kadınlar, karısını ve çocuklarını kaybetmiş babalar, çocuk ve torunlarının tamamını kaybetmiş dedeler… Ama güvenli burası.

Sabaha kadar bomba sesleri… Yapayalnızsınız. Hıçkırıklar boğazınızda düğümleniyor. Sıcak bir el, huzurlu bir göğüs, içten bir buse, gönülden bir cümle bir daha asla olmayacak; asla. Hem her şeyi anlayacak hem de hiçbir yükü taşıyamayacak yaştasınız.

Okuldaki üçüncü gün. Düşündükçe acılar daha da büyüyor. Ölmeyi o kadar çok istiyor ki… Niye yaşasın, neye yaşasın, nasıl yaşasın, nerde yaşasın, kimle yaşasın… Hiçbir umut yok. Bütün dünya sizi terk etmiş.

Okuldaki sağlam tek televizyonun başına toplanılmış, iyi bir haber umut ediliyor. “Arap Birliği HAMAS’ı kınadı. İslam İşbirliği Teşkilatı anlaşamadan dağıldı. Biden ‘HAMAS okulları karargah yapmış’ dedi. Açlık had safhada. Salgın hastalık kol geziyor. Bugünkü bombardımanda 560 Filistinli öldü. HAMAS iki tank vurdu. Gazze’deki binaların %70’i vurulmuş, altında binlerce kişi var.”

Ailesini sayıklarken sokaklarından Esma Abla ile karşılaştı. Aman Allah’ım! Nasıl sevindi öyle. Sonra? Sonra anlattı abla. Eşi ve tüm çocukları ölmüş… “Ya Zehra!”. Zehra sınıf arkadaşıydı. Hıçkırarak boynuna dolanıp “bir ben kurtuldum” dedi Esma Abla. “Bizden de bir ben kaldım” dedi kızcağız. Dakikalarca sarılarak ağlaştılar.

Akşam uyumak üzere aynı mindere, ağlaşa koklaşa, yarı aç, küçük yaralar ve kanlı elbiseler ile uzandılar. “İsrail okulu da bombalayacak” haberi yayılmıştı. ‘O kadar da değil her halde’ diye düşündüler! Ankara, Tahran, Kahire, Cidde, Bağdat, Amman kızılca kıyameti koparacaktı.

“Abla keşke ben de ölseydim.”

“Öyle deme kızım Allah’ın gücüne gider.”                           

Ve arkasından korkunç bir patlama.

“Abla! Abla! Ben ölüyorum!” toz duman içinde elini eline uzatıp “ben de ölüyorum kızım, ben de!” dedi.

Sizce bir tek abartı var mı bu hikâyede? “Çok azını aktarmışsın” dediğinizi duyar gibiyim. Gazze’nin en az yarısı benzer bir acıyı yaşamış kalan yarısı da sırasını beklemekte.

Ey başımıza gelebilecek en büyük felaket olan başlarımız. Bu vahşet karşısında harekete geçmiyorsanız ya gafilsinizdir ya korkaksınızdır ya da hainsinizdir. Her üç ihtimalde de rezaletin dibisiniz.