“Yer o dehşetli sarsıntı ile sarsıldığında ve yer içindeki ağırlıklarını dışarı attığında
ve insan: "Ne oluyor buna?" dediğinde” (Zilzal 1-3)
Kur’an’ın mucizesi işte. Kıyamet sahnesinin bir provasıydı o gece yaşadığım; tarifsizdi. Depremin yerin ağırlığını(enerjisini) dışarı atması olduğunu 1500 yıl önce haber veren Kur’an’a iman etmeyenler; varsın neye inanacaklarsa inansınlar.
Bu küçük kıyametten sonra kızlarımın başını gönül rahatlığıyla bir daha okşar mıyım bilemiyorum. Depremin onuncu gününde halen enkazda bir arada sağ olan ve sonrasında ulaşılamayıp şehid olan, ayrıca baba, anne ve iki kardeşlerinin naaşına önceden ulaşılan 12, 16 ve18 yaşlarındaki Maraşlı Ecrin, Hayriye ve Zeynep kardeşlerden sonra gönül rahatlığıyla güler miyim bilemiyorum. Ya sınav için İstanbul’da olup sağ kalan tek kız kardeşlerine kim nasıl teselli verecekse beri gelsin. Bir günde 40 bini aşkın şehidin açtığı yaraları ve yüreğimdeki acısını hangi cüretkâr zaman dilimi dindirecek şaşarım. Tarih boyunca nesilden nesile aktarılacaktır bu acı.
Elbette deprem ilahi bir kaidedir. Ancak binanın öldürdüğü ve sonuçlarının insan ihmali olduğu mutlak bir gerçektir.
Yıkımın %98’inin 1999’dan önceki yapılarda olması gösteriyor ki 1999 Gölcük depreminden çok ders çıkarılmış ama eski yapılara hiç dokunulmamıştır.
Deprem bir kez daha bize halkımızın dindar damarının tahminimizin de üstünde güçlü olduğunu gösterdi. Tekbir, tevekkül ve dayanışmanın halkımızın karakteristik özelliği olduğunu da bir kez daha açığa çıkardı deprem. Üç beş “tenekenin” çok çıkardığı boş ses artık kimseyi yanıltmıyor.
Tesettürü bile henüz anayasal engele takılıyken deprem bir kez daha gösterdi ki rejimin mağdurları dindarlar, Çanakkale’den bu yana savaş, afet ve darbelerin tüm yükünü omuzlamıştır. Darbe gecesi de deprem sabahı da canıyla malıyla dindar halkımız, tekbirler eşliğinde sahne almıştır. Piposunu içerek tekbire hakaret eden “kurucu kuru kafa” ve kimi münkirler ise ancak tezvirat yapmıştır. Elini taşın altına atanları inancına bakmaksızın tenzih ediyor ve minnet duyuyorum.
Deprem gösterdi ki birkaç sefih ruhlu “mezar soyanlar” tarihin her döneminde olagelecektir. Bunları toplumun tamamına teşmil edenler ise bir o kadar sefihtirler.
Deprem yine bize gösterdi ki siyasi muhterislerin; kıyamet te kopsa hırsları gevşemeyecektir. Muhalefetin seçime angaje bir deprem “acısını” yaşadığını gösterdi bize zelzele. Hakeza akıllara ziyan bir mantık ile “Deprem değil Erdoğan sorundur” diyen Selahattin Demirtaş bir kez daha Kürd sokağını zehirlemiştir.
Yine deprem gösterdi ki depremin dünya standartlarındaki kanun ve yönetmeliğinin yetersizliği değil insan ruhunun yetersizliği yıkıma sebep olmuştur. Eğer inşaatın yapım aşamasında imzası ve sorumluluğu olan mimar, müteahhit; inşaat, jeoloji, harita mühendisleri; çevre şehirciler, yapı denetçiler, belediyeciler; kalıpçı, demirci ve betoncu zincirinin tamamı ruhsuz ve hırsız ise demek ki “laik, demokratik, batıcı” rejim, yüzyıldır hırsız ve arsız üretmekten başka bir şey yapmamıştır. Öyle ya herkes sistemin eğitim tezgahından yetişmiyor mu? Tarikat ve cemaatlere mensup bir tek kişinin bir tek kusur ve günahını günlerce manşete çekenler; eğitim sisteminizden yetişen bunca hırsız, arsız ve ruhsuzu kime “mal” edeceksiniz.
Demek ki pozitif ilminiz bir başına eşekliği gidermiyor. O halde behemehal irfan ile karmalısınız eğitim sisteminizi.