Umreden gelen bir akrabamı ziyaret ettim. Suud’un sokağını merak etmişimdir hep. 20 günde adeta sindirilmişti. İsrail ve ABD aleyhine propaganda yapmamayı; Kraliyet yönetimi aleyhine konuşmamayı sıkı sıkıya her fırsatta tembihlemişler. Yıllardır orada yaşayan başkaca akrabam da benzer şeyleri yıllardır söyleyeduruyordu. Her adımda istihbarat var, götürülenin akıbetini öğrenmek imkânsız diyordu.

Suud Krallığı sözde İslam adına kadına akıl almaz kısıtlamalar getirmiştir. 2015‘te seçme hakkını ancak verdi. Tabi Krallıkta seçim nasıl oluyorsa… Çarşaf zorunlu; mezar ziyaret etmek, spor müsabakalarına katılmak, sinema ve tiyatro yapmak yasak. Araç kullanmak bile yasaktı.

                Peki İslam adına yapılan bu gayri İslami uygulamaları Kraliyet ailesi İslam sevgisinden mi yapıyor yoksa batı merkezli İslam’ı karalama projeleri mi icra ediyor? Tamamı ABD’de eğitim alan ve gençlik yıllarında zevk-u sefa adına ne kadar haram varsa oralarda işleyerek yetişen, tatillerini özel uçak ve yatlarla oralarda geçiren Kraliyet ailesinin her bir ferdi bu ifsada bile isteye imza atıyor.

                Batılı ülkeleri ve sözde hak savunucusu örgütlerinin, dizayn edemedikleri başkaca ülkelere karşı kıyameti koparırken Suud için bir tek söz ve eylemde bulunduklarını gördünüz mü?

                Malum güncel mesele İran. İran 12 Temmuz’u “Tesettür ve İffet Günü” ilan etmişti. Tabi laik kesimler Batı’nın da desteğiyle başörtüsüz işe gitme eylemi ve sokak gösterileri başlattılar. Kendilerine bu iş için elverişli bir malzeme lazımdı. Olaylar esnasında gözaltına alınan Mesha Emini’nin polis merkezinde hiçbir fiziki temas olmadan kalp krizi geçirerek öldüğü görüntülerine rağmen bu laik azınlık kesim sokakta başörtüsü yakma, saçını kesme, mukaddesata hakaret eylemi başlattı. İşi polis aracı yakma, kamuya zarar verme, polis yaralama, çarşaflı kadınlara saldırma, cami ve Kur’an yakmaya kadar ileri götürdüler.

                Tabi Batılı haber servisleri tıpkı Gezi’de olduğu gibi yalan dolan haberlerle eylemi tüm dünyaya yaymayı başardı. Yerli medya da bu yalana mezhepsel ve siyasi saikle gönüllü eşlik etti. Artık kalp krizi görüntülerinin hiçbir önemi yoktu ve keçisi çalınan müftünün adı “keçi çalmışa” çıkmıştı bile. İran’ı sevmeme, verip veriştirme hakkınız/hakkımız var elbet ama bir hakkı teslim etmede bu kadar tutuk olunmasa gerek.

                Yakma, yıkma, İslam’a ve mukaddesata hakaret etme, cami ve Kur’an yakma dahil bu gösteriler başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinde “kadın haklarını savunma” şeklinde verildi. Bırakın Suud’u, Batı’nın en demokrat merkezlerinde bile bu denli şiddet, tahkir ve tahrik içeren eylemlere asla müsaade edilmez. Ancak buna rağmen İran yakasını Siyonist Yakalılardan kurtaramadı.

                İran’da İslam örfüne uygun olarak baş açık gezmek yasaktır. Elbette bu uygulama eleştirilebilir. İran’ın her bir icraatı insaf ve adalet çerçevesinde tartışılabilir ve İslam alemi ziyadesiyle tartışıyor zaten. Ama ne gariptir ki İslam örfü ve hükümleriyle hiç bağdaşmayan Suud Krallığının uygulamaları Müslümanların gündemine bile girmiyor.

Oysa İran’da kadın seçme, seçilme eğlenme, eylem yapma, spor müsabakalarına katılma, sinema ve tiyatro yapma, başörtüsü yakma, saçını kesip görüntüsünü yayınlama, polise mukavemet gösterme haklarına sahiptir. İran’da bir değişime hizmet etmesini istiyorsanız birası ve zinasından başka kutsalı olmayan üç beş laike değil dindar olan kahir ekseriyete yatırım yapın.

Gezi’yi yaşamış bir ülkenin BBC ve CNN’in dümen suyuna gitmesi saflık ya da körlük değilse nedir siz adını koyun gayrı.