Hiçbir halk yoktur ki üzerine kurulu bir geçmişi olmasın; onu dimdik ayakta tutacak ve besleyecek derinliklere inmiş kökleri olmasın. Kökleri ne kadar derinde ve kalın ise o kadar güçlü, iri ve uzun ömürlü olur ağaç.

Toplumları değiştirip dönüştürmede, sıradanlaştırmada kökleri ile bağını koparmak, en büyük silahı olmuştur batılıların. Bütün enerjilerini bu alana harcamışlardır. Taktik te şu; kökü ile bağını koparıyorlar. Sonra da köklerinden beslenemeyince de “bak işte o kökünün sana bir faydası yok, seni kuruttu” diyorlar. Köksüz kalan toplumun zihni de dumura uğruyor tabi. Böylece zihinsel iğfal yöntemleri oldukça kolaylaşıyor. Zihni iğfal edilen toplumun kökünün işe yaramadığına inanması kolaylaşıyor. Hatta daha ileri gidip kendi köklerinden bu kökünden koparılmış halkları beslemeyi vaad diyorlar. Kan ve irin akıtıyorlar. Gür gümrah görünmeleri köklerinden kan irin içmeyi cazip hale getiriyor. Ancak bu zehirlenmenin faturasını da bağını kestikleri daima eski kesilmiş köklerine yazıyorlar/yazdırıyorlar.

Bir kere bir toplumu kökünden kopardınız mı doğru adına kabul ettirmeyeceğiniz hiçbir yanlış, koyamayacağınız hiçbir kalıp kalmaz. Kurumuş köksüz ağaç, özentinin kahredici cazibesine kapılarak, boyanıp süslenerek, allanıp pullanarak ağaçtan başka her şeye benzeyerek hayat bulacağını düşünür. Bir süre sonra atölyede hızara düzülürken veya şöminede aleve dönüşürken son bir ah çekse bile pek işe yarmayacaktır.

Örneğin Anadolu’nun; harfi, yasası, tasası ve esası bir gecede cebri yöntemlerle değiştirilerek kökleri ile fiziki ve zihinsel bütün bağları kesildi. Sonra da kurumasını beklediler. Fiziki ve zihinsel kopuş beraberinde duygusal kopuşu da getirdi. Sonrasında istedikleri şekle soktular. Bir sonraki nesil görmediği köyünü, körün fili tarifi gibi tasavvur eder/etti. Zaten daha sonraki nesiller filin “hortumunu” gereksiz, “kuyruğunu” anlamsız, “dişlerini” önemsiz görür de gözlerine sokulan “merkebin” ne güçlü hayvan olduğunu söyler.

Belki aynı topraklardaki Kürdler de aynı tezgaha sokuldu ancak kopuş ve kurumuşlukta inanmışlık çok önemlidir. Kürdler fazlaca mağdur edilmişlerdi. İnkar ve imha politikaları sosyolojik bir reflekse dönüştü ve değişime direndiler. Bu da köklerine sımsıkı sarılmalarını sağladı. Çözülme ve kopuş yavaş ve yetersizdi.

O zaman da yeni bir tezgâh kurulmalıydı. Yerli! ve milli! bir kahraman ihdas etmek gerekirdi ve ettiler. Bilinen bilinmeyen, gizli açık, istihbari resmi, yerli yabancı, askeri sivil bütün yol ve yöntemleri kullanarak; maddi ve manevi bütün imkanları seferber ederek ihdas ettikleri “yerli” ve “milli” kahraman sayesinde Kürdlerin de kökünü kurutuyorlar. Üstelik Kürdlerdeki kuruma “özenti” ve “geride kalmışlık” endişesiyle çok daha hızlı oluyor.

Ceddinden, inancından, kültüründen, edebiyat ve sanatından kopararak kabuğu soyulmuş, çıplak, süslü püslü, kuru bir ağaca evirdiler. Cumhuriyetin yarım bıraktığı işi “yerli” ve “milli” kahraman ile tamamladılar. Hatta yetmedi Türklere de yutturdukları gibi aradaki 1500 yıl yok sayılarak, öncesinin kurumuş, köhne, akıldışı, ilkel, kökleriyle ilişkilendiriyorlar. Tarih ve sosyoloji ilmini ters yüz ederek “kök” te ihdas ettiler. Zira iki bin yıl öncesinin fosilleşmiş kökleri üzerinden yeşerip dal budak salmayı salık veriyorlar.

Fakat kökünden kopmuş ağaç büyüme, dal budak salma, meyve verme, tohum verme gibi bütün kabiliyetlerini yitirir. Sonu da ya Berlin’de bir şömineye ısı olmak ya da Londra’da bir “koltuğa” ayak olmak olur o ağacın. Bu hikayeyi de en iyi Şivan bilir.