Her kazanım çok değerlidir. Kazanımları kanıksayıp sıradanlaştırmakta onları kaybetme adına bir o kadar tehlikelidir. Hele kazanımları, özgürlük alanlarını yeterli bulup rehavete kapılmak bir hastalık hali olsa gerek.

Her olumlu adımı, her parıltıyı destekleyip onu şahsın ve toplumun hayatında büyütmek peygamberi metottur. İnşanın da ifsadın da tedrici olduğu, bir anda olmadığı herkesçe malumdur. Sadece darbelerin toplumun başına indirdiği balyozlarla bozulma anlık olur ve bu durumda toplum kan revan içinde kalır; kapanmaz yaralar edinir. Bu toplum çok balyoz yedi ve çokça onulmaz yara edindi, yüzyıl boyunca dipçikle dizayn edildi.

Bu nedenle özgürlüklerimiz çok önemlidir ve tahmin edilemeyecek kadar bedel ödenmiştir. Sadece bir başörtü için on binlerce, hatta yüzbinlerce insan yerine göre kanıyla, canıyla, malıyla bedel ödemiştir. Cezaevi yatmış, işinden, eğitiminden olmuş, horlanmış, aşağılanmış, fişlenmiştir. Bunu yapan mankurtlar artık bedenimizde yara açacak yer bulamamışlar da zımnen sessiz kalmışlardır bugüne. Ve bu nedenle bunu, geçmişten bî haber yeni nesillere mutlaka zir û ziber etmeliyiz.

28 Şubat’ın mağrur bir mağduru olarak elime o gün bir kağıt verip hayal ettiğim memleketi yazmamı isteselerdi; “başörtüsü serbest olsun, camiye gitmek, okulda ve resmi dairelerde namaz serbest olsun, ifade özgürlüğü olsun, örgütlenme serbest olsun, basın ve yayın kısmen de olsa açık olsun…” derdim herhalde. Ya da bir devrimin sabahını hayal eder hayallerimi biraz daha zenginleştirir; biraz daha süslerdim. İdealizmi de biraz kucaklayacak olsam bile son yirmi yılın çıtasını o günün şartlarında tahayyül edemezdim herhalde.

Dedem, babam, ben ve oğlum hem Müslüman hem de Kürd kimliğimizden ötürü o kadar çok zulme uğradık ki zifiri karanlık bir odanın ancak çatlaklarından sızan birkaç ışık sızması hayal edebilirdik biraz yürümek, biraz sevinmek adına. Kapılar perçinlenmiş, pencereler sıvanmış, bacalar kapatılmıştı.

Okulun rutubetli bodrumunda gizlice namaz kılma tavizini müdürden koparmış olmayı büyük kazanım sayıyorken; halkımızla birlikte on binlerle, yüzbinlerle meydanlara inip Kürtçe-Türkçe marşlar eşliğinde kendimizi ifade etmek, en uçuk hayalim olmalıydı ve komik duruma düşmemek için uzatılan o kâğıda yazmazdım bunu o gün.

Ancak hamdolsun ki Müslümanların ödediği bedel Allah nezdinde bir yardıma mazhar oldu da Allah hayallerimizi de aşan çokça imkân verdi. İfade etme ve yaşama alanı oldukça genişledi. “Yasaklar olmasaydı toplumu ne güzel ihya ederdik” der dururduk. Şimdi dernek, vakıf, parti, tarikat, okul, şirket, yüzlerce imam hatip, kuran kursları, medreseler… her şeyimiz var. “Allah insanı iddiasından vururmuş.” Zira çok azımız hariç rehavet herkesi sardı.

Ebette FETÖ Darbe Girişimi taşları yerinden oynattı ve memleketin kimyasını bozdu. Bir geriye gidiş kaçınılmaz oldu. Buna rağmen kazanımları gençlere iyi anlatmaz ve elimizden kaçıp giderse bir yüzyıl daha bekleriz maazallah. İşte siyaset ve ibadeti FETÖ’ye havale edenler şimdilerde bütün günahlarını iktidara yazarak rahatlıyor. İktidarın günahı çok evet ama aymazlık ve rehavet asla hakkımız değildir. Ateş üstünde olmalı, kılı kırk yarmalı ve kazanımlarımızı büyütme gayretiyle birlikte sımsıkı sarılmalıyız. Her birimiz ömrümüzde bir tek insana mesai harcamış olsaydık bugün iflah gerçekleşmiş olurdu.

İktidar da iyi bilsin ki halk bugün göz yumduğu her hatasının bedelini geniş bir zamanda kendisinden soracaktır. Dua etsin ki oluşturulmuş karşıt cephenin hastalıklı genetik yapısına aşinalığımız vardır. Değilse bu kirli bürokrasi ve ekonomik darboğaz boğazda boğdururdu iktidarı.