Siyonist işgalcinin sözde başbakanı Naftalli Benett “Başbakan olduğum sürece Oslo anlaşması asla uygulanmayacak. Filistin devletinin kurulmasına karşıyım ve devletimizi savunmaya devam ediyoruz” dedi.

Bu sözlerin ne anlama geldiğini ve Siyonist vahşetin ne kadar güvensiz olduğunu en iyi bilenlerdendir Sayın Cumhurbaşkanı. 2008’de Suriye ile arabuluculuğunu kabul eden Ehud Olmert bir gün sonra tarihin en büyük Gazze saldırısını başlatarak Türkiye başbakanını çok zor duruma düşürdü. Ve dönemin başbakanı Sayın Erdoğan İsrail’in güvensiz ve ikiyüzlü olduğuna dair çok sert açıklamalar yaptı. Siyonist politikalar da asla başbakanlarının değişmesiyle değişmez.

Arkasından Davos’taki tarihi “One minute” çıkışı… Devamında Siyonist çetenin artarak devam eden zulmü… Mavi Marmara katliamı ve rutinleşen Gazze saldırıları… Kudüs’ü işgal, ilhak ve başkent ilan etme… Kudüs baskınları… Esirlere işkence… Sokak ortasında kadın ve çocukları infaz etme… vs.vs.

Siyonist çeteyi bilenler bilir; hem tavizsiz bağlı oldukları Yahudi şeriatı gereğince, hem tahrif olmuş Tevrat’a atfettikleri “arzı mevud/vadedilmiş topraklar” ve “üstün ırk/seçilmiş ırk” iddiaları gereğince; hem de Anayasaları gereğince bir Filistin devletine kapı aralamaları asla düşünülemez. İçinde Türkiye’nin doğusu da olmak üzere Dicle-Nil arasındaki toprakları işgal hayalleri ve gizli planları da asla sona ermeyecektir. Fırat’ın doğu yakasındaki “Doğu yaramızın” kabuk tutmuyor olmasından da anlaşılmıyor mu?

Siyonist Yahudiler geliştirdikleri “lobi” denilen tezgâh ile oluşturdukları “basın-sermaye-siyaset” şeytan üçgeninde başta ABD olmak üzere dünyanın gelişmiş birçok ülkesini dolaylı olarak yönetmektedirler. Bunlar üzerinden de dünyanın geri kalan ülkelerine hiza vermektedirler. Türkiye son yıllarda bu “hizadan” çıkma iddiasını taşıyordu. İsrail’in güvenliği bu ülkelerin birinci öncelikleridir ve tüm savaş ve barış planları bu prensip üzerinde şekillenmektedir.

İsrail’le ilişkilerde iktidar onurlu ve haklı duruş sergiledi. Ezberlenmiş teslimiyetçi tüm “monşer” paradigmayı değiştirdi. Halkımızın kırmızı çizgisidir Filistin davası. Bu Çizginin ihlaline karşı verilen her çaba çok değerlidir. Müslüman halk bu çabayı verenleri bağrına basmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanının iç ve dış politikadaki bu kapsayıcı ve ümmetçi duruşu yirmi yıldır iktidarda tutmuştur kendisini. Ne zaman ki içerde ve dışarda dar kapasiteli eski politikalara yönelindi o zaman da gitme tehlikesi belirdi. Milli menfaatler önemlidir ancak büyük, iddialı ve imparatorluğun mirasçısı bir ülkeyi çok dar bir alana hapsetmekten ve onu küçültmekten başka bir işe yaramaz.

Cumhurbaşkanının İsrail Cumhurbaşkanını Türkiye’ye davet etmesi halkta hayal kırıklığı yaratmıştır ve büyük bir şüpheyi sinelerde beslemiştir. İsrail gücünden, iddiasından ve zulmünden bir şey kaybetmediğine göre; ya zayıfladık ya iddiamızı kaybettik ya da bilmediğimiz bir “mecburiyet” tezgahlanmıştır.

Şunu herkes iyi bilir ki İsrail iki almadan bir koymaz. İsrail Basını da tam bu minvalden meseleyi ele aldı. Yani “milli menfaatler” seçeneği eleniyor. Geriye akıllara korkutucu bir ihtimal geliyor. Teröristlerimizi mi takas ediyoruz? Öyle ya İsrail ve ABD’nin semizlediği ahmak Kürd’ü böylesi takaslara sakladığını bilmeyen mi var? Kırk yıldır örgütü maşa olarak kullanmayan ülke mi kaldı? Ve kırk yıl sonra bu örgütün Kürtlere sunduğu en büyük kazanım, meclis kürsüsünde CHP’nin Kürd versiyonu rolü ile Kürdlerin dinine küfretmek oldu.

Siyonist işgalcinin cumhurbaşkanının ülkeye davet edilmesi üzerine düne kadar koro halinde İsrail’e küfreden “belli basın” bir anda koro halinde “İsrail Güzellemesi” yapmaya başladı. Aynı medyanın, Yahudi şeriatı gereği “helal sertifikası” denetlemek için gelen ve Siyonist zulmün önemli paydaşlarından olan; karda mahsur kaldığı için de camiye sığınmak zorunda kalan hahamı cilalayıp halka satması “büyükelçi görüşmesinden” daha vahim bir sapma değil mi?

Sonuç olarak İslam âleminin yaşadığı mezalimin baş mimarı Siyonist çeteye yanaşmaktan çekinmeyene halk ta seçimde “one minute” çekmekten çekinmeyecektir.