Yaşı 20 veya 30’un üstünde olan herkesten “Bizim zamanımızda öğretmenlere çok değer verilirdi” denildiğini duymuşsunuzdur. Her nesil bir önceki nesil için bu serzenişte bulunmuştur. İslami talim ve adaptan süzülüp gelen ve Müslümanların karakterine dönüşen ilim-muallim kutsiyeti seküler ve Batıcı eğitim modeline geçme ile birlikte dejenere oldu ve günümüzde uluorta azarlanacak haşa “aşağılık” bir mesleğe dönüştürüldü.
Müslüman toplumlarda muallimin değeri ve önemi ilme verilen önemden gelmektedir. Dolayısıyla muallim modeldi; güvenilirdi, saygıdeğerdi. Çocuğumuzun kemiği bizim eti onundu. Bir harfi kırk yıllık hizmete bedeldi. Çünkü ilim Allah’ın yeryüzündeki tecellisiydi ve âlim bu manada Allah’ın tecelligahını akıllara ve gönüllere işleyen bir usta idi. Allah’ın tezgahında yetişen bir usta; bir sanatçı…
Padişah da hürmet ederdi veziri de… Paşa(vali) da el pençe dururdu çoban da… Ne zaman ki vezir “bakan” oldu o vakit muallim de “öğretmen” oldu. Ve öylece bakakaldık. Vali buyurgan olunca, çoban da ısırgan oldu…
“Sineğin kaptığı” da ilimdi, “fezanın sütunsuz döngüsü” de… Ancak laik eğitim sistemiyle birlikte bize ait; bizi biz yapan ve bizi üstün kılan ilme ve muallime dair bütün paradigma yerle bir edildi. Muallime dair değerler alay konusu edildi. “Çağdışı”, “bilimdışı” ilan edildi. Anneye, eşe aileye dair değerlerimizde olduğu gibi…
Ve bir öncekini aratan, müşteki olduğumuz “her yeni nesil öğretmenlerin eseri” oldu ve bu günlere gelindi. Her ne kadar Müslüman halkımız ecdadından devraldığı ilim-muallim saygınlığını korumaya çalıştıysa da “öğretmen” dayatmasına ancak bu kadar direndi.
Evet Batı’ya öykündük ama ne Batı olabildik ne de kendimiz kalabildik. Ortada bir ucubeye döndük. Kalbimiz Doğu özlerken aklımız Batı’ya meyletti. Bedenimizi “benzettikçe” ruhumuz bir o kadar daraldı.
Padişahtan çobana herkesin el pençe durduğu muallim artık uluorta azarlanacak bir “öğretmen” oldu maalesef. Aslında “muallim” elbisemiz çıkarıldığı gün yerine deli gömleğini diktiklerini fark edip çocuklar gibi avuç ovuşturmasaydık bu gün çocukların huzurunda azarlanmazdık.
Elbette ki dünyanın tüm gelişmelerinden istifade edilmelidir. Ancak şekli bir benzerliği dayattılar ilim adına. Oysa içimize bir “Batı kaçıracağımıza” ilim ve muallim kutsiyetimizi rafa kaldırmadan Batı’dan istifade edebilirdik.
Nihayetinde olan olmuş. Bu güne gelecek olursak köklü, kalıcı ve sonuç alıcı bir değişime ihtiyaç vardır ve bu değişime ilmin mutfağındaki öğretmen yetiştirme ile başlamalı. İlim-Muallim kutsiyetini sistemin harcına karmalı önce. Arkasından öğretmen okullarına muallim adayı alırken, akademik birikimden de yararlanarak öğretmen olmanın doğuştan gelen ve geliştirilebilen sevgi, sabır, sebat, sadakat, zekâ, mülahaza, münakaşa, mütalaa, maneviyat gibi hasletleri test edilerek alınmalı. Yetmez; talebelikte, mezun olduğunda ve muallim olduğunda da bu hasletleri belli bir sistematik ile ve ciddiyetle test etmeye devam edilmeli; heyecanını ve hasletlerini yitirmiş, yetersiz olup elekten geçemeyenler öğrenci ise denk bir okula; mezun veya görevde ise başka bir memuriyete yönlendirilmeli. Tabi ekonomik yeterlilik bu sürecin olmazsa olmazıdır ve emin olun ki bu alana koyulan her kuruş bize “uçak, yapay zekâ ve ahlak” olarak dönecektir. Ve elbette ki bu değişim ve dönüşümler iktidara ve bakana bağlı olarak değişmeyen 20-30 yıllık kesintisiz süreçler olmalı.
Belki o zaman ilim-muallim algımız özlediğimiz seviyeye yükselir; değilse özendiğimiz selde çer çöp olmaya mahkûm oluruz.