Yeri göğe çıkarırsın. Sonra göğü yere sevdirirsin. Yeri göğe muhtaç edersin. Yerde deniz gökte bulutsun. Denizler kadar çoksun gökte.
Sıcakta hafifler ve uçarsın. Soğukta üşür ve inersin. Çıkışın tenimizi inişin yüreğimizi ısıtır. Gâh çıkar gâh inersin. Çıkışın mutlu eder, inişin huzur verir. Sen nesin böyle?
Bir zerre; uçuşacak kadar hafif bir zerresin. Göğe çıkmak için belki de denizlerin en dibinden yüzeye çıkmaya çırpınan bir zerre… Kim bilir kaç milyar zerreyi geçip yüzeye çıktın. Güneş değdi mi tenine öyle hafiflersin ki kanatlanıp uçarsın kendin gibi milyarlar adedince zerre ile. Tenimizi, dalımızı, canımızı okşaya okşaya uçarsın.
Bu yükselişin kime? Bu telaşın neye? Çok da bilemedim. Bu ne heyecan bu ne yükseliş? Sevgiliye çıkıyor gibisin. Ona yaklaşmak, ona yakarış gibisin.
Kim tamamlamış bu yolculuğu ki sen varasın kapısına; dergâhına. Burak mı sandın hafifliğini. Musa’ya özenip te gecikme. Sonra bir felaket bekler seni. Biliyorum haklısın. Senin de miracın bu işte. Her zerrenin, her kürenin bir miracı vardır ya da bir miraç sevdası vardır. Her zerre ve her küre miracını tamamlamak için döner durur; çıkar iner. Sen gibi, ay gibi, güneş gibi. Bir “ben” bilmez miracını. Bir “ben” adem aramaz miracını. Cemal’e vurulmamış bir odur…
Söyle bana bu kaçıncı çıkışındır. Kaç kez indirildin de yine usanmadın, uslanmadın. Kaç kalp dolaştın, kaç elma boyadın söyle. Kim bilir belki de Mekke’de 571. miraç dönüşünde tenine ilk değenlerdensindir. Yoksa 612. inişinde ilk abdesti seninle mi aldı söyle. Hatta doğru söyle yüreğinde dolaşan kanda bir damla da mı oldun?
Ah ah! Bir bilsem o hanginizsiniz, bilsem kaçınız ve hanginiz indiniz, değdiniz ve susuzluğunu giderdiniz. Bir bilseydim! Okyanusları tüketirdim içimde. Biliyorum sizden biridir Aliye’ Selahaddin’e Said’e de uğrayan, yüreklerinde dolaşan…
Siz ki bazen gökte demirden perde örersiniz aramıza girmek istercesine. Bazen pamuk yumuşaklığında birleşirsiniz güneşle sarmaş dolaş ve parça parça. Çocukları özendirirsiniz. Bazen de katran karanlığında birleşir ve hiddetlenirsiniz. “Göğü” ağlatır “yeri” inletirsiniz.
Donarsın, dolarsın bazen. “Dolu dolu” yağarsın üstümüze. Çiçeğimizi, böceğimizi incitirsin. Coşarsın bazen, kızarsın. Sel olur , “el” olur yel olursun. Bağı bahçeyi bozarsın. Bazen de beyazlar giyinirsin. Yumuşarsın. İnce ince salınırsın. Gökten yere salınırsın. Yüreğimize dokunursun. “Aklarsın” dünyayı. Çocukların merhameti olursun. Örtersin tüm “karalarımızı”.
Gah ta merhamet olursun, rahmet olursun. Bolluk bereket olursun. Çiselersin, hışırdarsın. Çatımıza değer, camımıza inersin. “Başımıza” konarsın talih gibi. Toprağı çamura bularsın. Bağ olursun, bahçe olursun. Göl olur, deniz olursun. Meyve olursun, nem olursun, “ben” olursun. İşte o zaman “hayat” olursun.
Senin “miraca” her çıkış gayretin bize bir miracın inişi olur. Belki de asla tamamlayamayacaksın miracını ama bilmem bu kaç milyar kezdir denediğin ve usanmadığın ve uslanmadığın.
Ben daha bir kez yeltenememişken… Bir kez ayaklarım yerden kesilmemişken… Seninkisi nasıl bir vurulmuşluk ey damla. Ben ki bir damlanın meyvesiyim. Bana da değ. Bana da dokun ki umulur ki arlanır yüreğim, bedenim ve ruhum.