Düşüş, yukarılara çıkılmamış olmaktan çok daha acı vericidir. 28 Şubat’tan sonra hak ve hürriyetler alanında, geçmişe kıyasla ve 30 yaş altı gençlerin belki de anlamakta zorluk çekeceği baş döndürücü ve devrimsel nitelikte gelişmeler yaşandı.

Şiddet ve terör hariç her türlü fikrin ve düşüncenin kendini rahatça ifade edebileceği bir anlayış ve pratik yakalanmıştı. Hiçbir düşünce sesini duyurmada rengini göstermede imtina etmiyordu. Gizli ajandası olan FETÖ hariç herkesin safı da belli idi.

Ancak ne olduysa 15 Temmuz’dan sonra oldu. FETÖ’nün kısıtladığı özgürlük alanlarının da önünün açılacağı; sınav, yerleşme ve atamalarda adaletin sağlanacağı bekleniyordu.

Ancak hiç de öyle olmadı. Eğer çıkılan yer zirve kabul edilecek ise oradan tepetaklak aşağı yuvarlanıyoruz ve bu kütle “kartopu” olmaktan çıktı. Gittikçe hızlanıp çoğalıyor. Yamaç bitti bitecek. Ucunda da uçurum var. Oradan düşüşün hazin sonunu varın siz düşünün.

Devlet aklı ve refleksi “başa” dönüyor. Üstelik ta en başa…  15 Temmuz’un faturası “düşünce ve ifade özgürlüğüne” kesiliyor. “Beka” kaygısı bir paranoyaya dönüşmek üzere. Bu “kaygıyla” “bekayı” takacak adam bırakmazlar. Ya ulusalcı, milliyetçi, ırkçı, laik bir söyleme sahip olmalı; ya da susmalısınız. Zaten böyle düşünen bilumum muhalefet ve iktidarın bir kanadının canına minnet. Geriye şiddet ve tahrip içermeksizin hak ve özgürlükleri savunanlar kalıyor ki bu çoğunluk bugün sus pustur.

Herkes Külliye’ye çöreklenen ve çevresini saran bir ağ olduğu ve gidişattan yeterince haberdar olmadığı/edilmediği teziyle avunuyor ki bu kuvvetle muhtemel bir tezdir. Tamam da; bu tez yanlış ise durum vahim, doğru ise daha da vahim. O zaman susmak yerine sesinizi duyurmak için bağırıp çağırmak gerekmez mi? Olur ki sesiniz “bariyerleri” aşar. Aşmazsa bile elinizden geleni yapmış olmanın huzurunu yaşarsınız. Bu “susmak” neye? En fazla bir CHP iktidarında veya 28 Şubat’ta ödeyeceğimiz kadar bedel öderiz. Var mı ötesi?

Dişinizle, tırnağınızla besleyip büyüttüğünüz, bir evlat gibi büyük umutlar bağladığınız ve kavgasını verdiğiniz “özgürlüğünüz” gözünüzün önünde eriyip gidiyor. Düşünebiliyor musunuz o günün ceberut anlayışının bile cezalandıramayıp beraat ettiği ve sicilleri takdir ve taltiflerle dolup taşan 28 Şubat mağduru kimi memurlar bugün, o günün dosyaları üzerinden cezalandırılıyorlar. 28 Şubat aklı ve söylemleriyle baskılanıyor “sakıncalı piyade” muamelesine tabi tutuluyorlar. Yetmezmiş gibi çocukları ve akrabaları “iltisak” suçundan mülakatlarda eleniyor. Ya da memur iseler bir üst kapının kapıları kapanıyor kendilerine. Birinin çocuğu ya da akrabası olmanın cezasını çekiyorlar.

“Salla başını al maaşını” formatına geri dönüldü ki yalakalık ve şakşakçılık en geçer akçe oldu.

Elbette devletler güçlü olur ve isterlerse herkesi hizaya getirirler. Ancak yüz yıl “esas duruşta” tutulan mutsuz “itaatkar” vatandaşın ilk fırsatta elin peşine düştüğü bilinen bir gerçeğimiz. İşte bu yüzden bugün Türk ve Kürt’lerin önemli bir kısmı Batılı tezlerin gönüllü figüranı olmuşlar. Bir beka sorunu varsa bu, vatandaşı hizaya ve sigaya çeken anlayışın ürettiği bir sonuç olsa gerek.

Küstürdüklerinizle yol alabilirsiniz ama asla zafer kazanamazsınız.

Düşüş acı geliyor dostlar. Gençliğimde “isyanı” ve “tuğyanı” savunan ve kavgalı olduğum mahallemizin gençlerini bugün bıyık altında kıs kıs güldürenler utansın. Aslında yazacak çok daha fazla şey var ama “korku”, yazımın içeriğini de kalitesini de güdükleştirdi. Özür dilerim.