Halen doğduğum köyün anılarıyla yaşıyorum. Rüyalarıma halen o yaşanmışlıklar giriyor. Halen oraya döneceğime dair hülyalarım vardır.

Hiç kimse ölümü de göze alarak, anne babasını da geride bırakarak bilmediği, tanımadığı bir ülkeye binlerce km yol kat ederek yalın ayak gitmek istemez. Gideni anlamayan akla tükürmek lazım. Sığınanı hissetmeyen kurumuş kalbe acımak lazım, tükürüp kurumuşluktan kurtarmak lazım.

Evet biz kaybetmiş medeniyetin çocuklarıyız ve yüz yıldır ayağa kalkma mücadelesi veriyoruz. Gah emekliyor gah doğrulacak gibi oluyor gah ayaklanıyoruz. Ama her seferinde dünyayı istila etmiş Hıristiyan ve Yahudi’lerin etrafımızı sarmış kırbaçlı, kara yüzlü, kara kalpli kölelerinin dipçik “darbe”leriyle devriliyoruz. Ölmediysek bu inancımızın gücündendir. Her seferinde daha da güçlenerek doğrulmaya çalışıyoruz. Bu da Batı’yı ve içimizden çıkmış yerli kölelerini oldukça sinirlendiriyor. Sinirlendikçe şiddetin dozunu artırıyorlar. Tunus halkına darbe yapmaları öldüremedikleri dinamizmimize gösterdikleri tepkinin boyutunu gösterir. Bir yanlışa düşmeme adına köşeme ayet referans etmem ama Allah Dinlerine girmedikçe ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar, senden hoşnut olmazlar.” (Bakara-120) ayetiyle ne büyük mucize göstermiş bize.

Elbette Müslüman coğrafyalar mutlu ve müreffeh olmayı sağlamalı. Ancak dağınıklığımız ve finanse edilen ihtilaflarımız buna el vermiyor pek. Yoksulluk, savaş, göç, sığınma, despot krallar bizde evet, ama içimizdeki mankurtlara bunun sebebinin Batılı efendilerine kayıtsız şartsız teslim oluşları olduğunu anlatamıyoruz. Bir yıl bizim bir yıl putlarının değil her yıl putlarının kanunlarını kabul eden Ganuşi’yi bile devirirken, Suud, BAE, Bahreyn gibi insanlık tarihinin en zorba ve en yobaz kukla krallarını bütün güçleriyle koruyorlar. Çünkü… çünküsünü de siz içinizden geldiği gibi hiçbir sansüre tabi tutmadan söyleyin lütfen.

Yüz-iki yüz yıl önce zayıflığımıza sebep olan zaaflarımızdan yararlandılar. Ümmeti paramparça ettiler. Cetvel koyup sınırlarımızı çizdiler. Arkasından başımıza krallar getirdiler. Irkçılığı pekiştirecek sınır ve mezhep ihtilafları bıraktılar geriye. Bir Arap’tan çoğu birbirine sınırdaş ve düşman 22 Arap milliyetçisi ülke çıkardılar. Kürtleri dört parçaya bölerek coğrafyamızın en önemli dört ülkesini sürekli çatışmalara maruz bırakacak malzeme bıraktılar.

Sağ elimizden birliğimizi(ümmeti) alıp sol elimize kralların kırbacıyla yürütülen demokrasiyi verdiler. Mücadelede birliğimizi(ümmeti) kaybederken elimizde tutuşturulan demokrasiden, demin içinizden gelene havale ettiğim “şey” kaldı.

Kralları devirecek gibi olduk. Daha modern krallar olan diktatörleri darbe ile başımıza getirdiler. Tam onları krallara tercih ediyorken son kullanma miadını doldurmuş diktatörleri yine “bahar” hazanı ve hezeyanı ile bize devirttiler. Yerine daha “genç ve daha dinamik” diktatörler getirmekle kalmayıp yüz yıllık biriken enerjimizin önemli kısmını iç çatışmalarda olmak üzere harcattılar.

Girdikleri Afganistan, Irak, Suriye, Yemen gibi ülkelerde kan, gözyaşı, göç ve iç çatışmadan başka bir şey bırakmadılar. Afganistan’da BM rakamlarına göre on yılda 100.000 sivil öldürdüler. Şimdi bir kahredici yoksulluk ve kör bir cehalet bırakıyorlar geriye.

Ancak öldürdükleri cesetlere işeyen asker yetiştiren ABD vahşetini bize medeniyet diye yutturup, Afganlı mazlumu cahil-katil diye göstererek ölümden göçünü aşağılayan alçalmış düşünce ve kişilere söyleyecek söz bulamıyorum. Mankurtluk dönüşümü imkansız bir beyinsel cerrahi operasyondur.