Akıl-gönül ilişkisi üzerine çok söz söylenmiş, çok hikâyeler üretilmiş, çok kitaplar yazılmıştır. Dinin, felsefenin konularının arasında önemli yer edinmiştir. Aşkın en temel konusu olmuştur bu ilişki. Doğrusu akıl-gönül çıkmazından çokça çıkılamamıştır.

İnsan yaşamında hangisi belirleyicidir, hangisi daha önemli, hangisi daha değerli, hangisi karar verici, hangisinden çıkan karar daha insani; çıkamamışızdır.

Akıl gönle hükmeder diyenler de olmuştur; gönül aklı zayıflatır diyenler de… Her ikisinin uyumunu önceleyenler olduğu gibi ikisinin uyumunu imkânsız görenlerde olmuştur. İkisi uyumlu ve güçlü olunca insan dengeli ve güçlü olur da denilmiştir.

Ama şu gerçek ki kalbe dokununca akıl dinginleşir. Yani kalp aklı yoldan çıkarmaz, ifsad etmez “us”-landırır. İnsanın manevi yönüyle ilgilenenler kalp üzerinden akla yolculuk yapmışlar ve kazanmışlar. Akıl maddidir, zahiridir, görünürle meşguldür. Maddi boyutumuzun mahfilidir. Kalp ise ruhtur, duygudur, maneviyattır, histir. “Görünmez” ile ilgilenir.  “Görünmez” âlemimizin havzasıdır. İki boyutuyla da var olan insan ancak ikisiyle dengede olur.

Akıl ve duygu; yok saysanız da ikisi hep vardır. Üstünü örtüp küllendirseniz de; işlevsizleştirseniz de onlar orada hep vardır ve olacaktır. İlk fırsatta, ilk imkânda, küller silinir silinmez ikisi de dinamik bir hal alır ve yer edindiği bedene insani boyut kazandırır.

Çağın, duyguyu mezara gömen “akıllıları” sadece aklın belirleyiciliğinden doğacak felaketin farkına varmışlar mı bilmem. Ama insanı aklın baskısında katı bir ”matematiksel düzleme” mahkûm etmişler. İki kere ikinin bazen beş, bazen de üç edebileceğini duygu dünyamızdan çıkarmışlar. Hatırlar mısınız bazen dört bilye alacaklıyken üç alırdık, fazlaca kaybını kapatmak için yoksul komşu çocuğun. Bazen de dört yerine beş bilye verirdik yetim arkadaşımıza; gönlümüzden koptuğu için. Yani iki kere iki hep dört etmezdi.

Matematik hiç para etmezdi üzgün bir çehreyle karşılaştığımızda. Aklımız kalbimizin sınırlarına çekilirdi ve dinginleşirdi. Oysa bu günün “akıl” dünyasında iki kere iki beş veya üç etmez, hep dört eder hiç şaşmadan. Çünkü aklımızı aldılar. Aklımızla oynuyorlar. Mutlak egemen güç haline getirmişler aklı; mutlak iman saiki… Kafamızın içindeki tasa teslim etmişler tüm tasalarımızı.

Sevmenin de saymanın da sövmenin de kurallarını tamamen akla havale etmişler. O yüzden sevemiyoruz, o yüzden inanamıyoruz, o yüzden güvenemiyoruz. Herkes tetikte, herkes gardını almış; yürekten mahrum aklın talimatını bekliyor. Daha çok kazanmak, daha çok büyümek, daha çok hükmetmek için.

Benim menfaatim, milli menfaatim, aile menfaatim, âli menfaatim… Zengin fakirden, güçlü güçsüzden, zalim mazlumdan daha muteberdir “akıl”larınca. Çünkü biri aklıyla üstün olmuş, diğeri kalbine gömmüş acısını.

Aklımızla oynuyorlar. Aklımızın sınırlarına çekmek istiyorlar bizi akıllarınca.

Çiçek açsa toprak; güneş doğsa helyum… Şüpheler ile işe koyuldular. Şüphe içinde şüphe sarılı bir hiçliğin kocamanlığına müptela ettiler.

Aklımızı “uçurdular”. Gönlümüzü öldürmek üzereler.

Aklımızı başımıza almalı; yüreğimizi de elimize…