Başını ABD`nin çektiği Batı, artık baskıcı ceberut ve zalim yüzünü gizleme gereği bile duymuyor. Bunu Trump`un pervasızlığına tahvil etmeye çalışıyor kimi aklı evveller. Ancak hiç de öyle değildir. Bizim kimi derin analistlerimiz bu durumu ABD`nin silahlı ve siyasi kanadının uyuşmazlığı şeklinde izah edip bir umut devşirse de esasen bunlar inceden inceye hesaplanmış “organize” işlerdir.
ABD dünyada yapılan bütün darbelerin ya planlayıcısı ya da azmettiricisidir. Demokrat! Avrupa da ya destekler ya da suskun kalır. 12 Eylül Darbesi, 15 Temmuz Darbe Girişimi dahil olmak üzere bizdeki bütün darbelerin planlayıcısı ve azmettiricisidir ABD. Darbeci elebaşını halen Şatolarda koruyup kolluyor. Son yıllarda Paraguay, Honduras, Brezilya ve Mısır`daki darbeleri yaptırmış; koruyup kollamıştır. İran`da darbe teşebbüsünü finanse etmiş, Katar darbenin eşiğinden dönmüş, Suriye`de “organize işler” yapmış, Irak ve Afganistan`ı fiilen işgal etmiştir. Son olarak ta Venezuela`da %68 oyla seçilmiş Devlet Başkanı Maduro`yu darbe ile devirme girişiminde bulundu. Tehlike devam ediyor. Mesele Maduro değil, mesele Latin Amarika ülkelerini dizayn etmektir. Üstelik Trump utanmadan ve dünyanın gözünün içine baka baka Venezuela`ya darbeci muhalif lider Guaido`yu devlet başkanı atadığını söyledi. Almanya, Fransa ve İspanya ise sözüm ona demkoratik bir gerekçe bularak, daha sekiz ay önce seçime gitmiş bu ülke için; eğer seçime gidilmezse darbeci muhalif lider Guaido`yu devlet başkanı olarak kabul edeceklerini beyan ettiler. Bakın siz bu şerefsiz demokratlara. Bu utanç Dünya için yeter de artar bile. ABD`ye “Büyük Şeytan”dan daha iyi yakışan bir sıfat biliyorsanız söyleyin lütfen.
Kuzey Kore, İran, Türkiye, Venezuela gibi itaat etmeyen ülkeleri ambargo, tecrit ve de tehdit ile terbiye etmeye çalışıyor. Peki Dünya ne yapıyor? Koca bir hiç! Bu durum dünya için bir utanç tablosu.
On yıllardır coğrafyalarımızı “Demokrasi” bahanesiyle işgal edip sömüren ABD ve Avrupa, Suud Kralıyla hoşturlar, zalim Sisi ile sarhoşturlar, katil İsrail ile berduşturlar. Ama halklarının desteğiyle iktidar olan, zenginliklerini ve iktidarlarını kendilerine peşkeş çekmeyen omurgalı yönetimlere ise düşmandırlar. Sırtlanlar gibi saldır-çekil politikalarıyla yılgınlığa düşürüp sonuçta zenginliklerimize konmayı hedefliyorlar. Tek tek savaşan aslanların ise hiçbir şansı yoktur maalesef. Bir arada birkaç aslana ise sırtlanlar/çakallar asla yetemezler.
Dünya görüyor ki hiç kimse güvende değil. Herkese “ya teslim ol ya da teslim alırım” gibi iki seçenek sunuluyor. Bu utanç tablosu kimsenin itirazına bile maruz kalmıyor. Fransa, ABD`nin etkinliğini minimize edecek “Avrupa Ordusu” fikrini ortaya atınca başına “sarı yelekli çorap” örülerek terbiye edildi. Trump açıkça Avrupa ordularının ikinci dünya savaşında da bir işe yaramadığını söyleyerek sokak olaylarıyla açık bağlantı kurdu. Şimdilerde ise İtalya Fransa`nın BM temsilciliğine itiraz ederek Fransa`nın 1994`te sömürgesi olan Ruanda`da bir milyon Tutsi`yi öldürterek soykırım yaptığını söylüyor. Günaydın! Adama sormazlar mı “bre ikiyüzlüler, o gün neredeydiniz ey Avrupa. Duygunuz çıkarınızla birliktemi çalışıyor.”
Bazen ABD`nin emperyal hedefleri “mazlumların hamisi postu”na da bürünmüyor değil. Son zamanlarda Suriye Kürtlerini destekleme adına PYD/PKK`yi de alenen destekliyor. Türkiye gibi ağırlığı olan bir “müttefike” rağmen. Böylelikle sahada tetikçilik yapacak kara unsuru elde etmenin yanında, Kürtlerin gönlünü kazanma gibi bölgesel bir fitnenin ateşini de alevlendirmiş oluyor. Bundan da öte Türkiye`yi masada daha ağır şartlara mahkum etmiş oluyor. Türkiye de “dost ve müttefiklik” argümanı ile kendisiyle işbirliğine davet ediyor. Oysa tek çözüm Kürtlerin gönlünü bizim kazanacağımız politikalardan geçer.
Aslında ABD asla ne Kürtlerin ne de Türkiye`nin dostu değil ve olmayacak ta. Oysa son zamanlarda ABD ile 80 milyar dolarlık bir ticari ilişki düşünülüyor. Bu hacim olası bir sürtüşmede ABD`yi, başka yerlerde rahatlıkla karşılama imkanından ötürü sıkmayacaktır. Ancak bu hacim Türkiye`yi mahkum edecektir.
Zulme karşı öfke içerikli beyanatlar yerine enerjimizi bölgesel birlikteliklere harcamaktan başka çıkış yol görünmüyor.