Heyecan duyma en insani duygudur. Yaşamın temel taşıdır desek abartmış olmayız. Heyecansız insan, dünyadaki diğer varlıkların sıradanlaşan ve rutinleşen yaşam klasiği ve tekrarından başka bir şey yapmış sayılmaz.

Heyecan duygusunun yaşanmadığı hiçbir amel/eylem verimli değildir. Heyecan duyulmayan amelden asla haz da alınmaz. Yaptığı işten haz almayan insan da güdük, mutsuz ve başarısız olur.

Tutkularımız, sevdamız, öfkemiz, düşmanlarımız, dostlarımız, işimiz, eşimiz, çocuklarımız, davamız, hedeflerimiz bize heyecan katmalı. Heyecan duymadan bunların hiç biri anlam kazanmaz ve devamlılık sağlanamaz bu bizi yaşam klasiğinin ve donukluğunun dışına çıkaracak işlerde.

Her ne olursa olsun yaptığı işten ancak heyecan duyan insan başarılı olur ve mesafe kat eder. Heyecanlarımız bizi düşünmeye, araştırmaya, üstüne koymaya, yeni kulvarlar aramaya, yeni zirvelere çıkmaya iter; sürükler. Bir öğretmen, öğrenci, doktor, siyasetçi, esnaf veya bir dava adamı işiyle ilgili heyecanını yitirmişse artık onun için yükseliş ve ilerleme durmuştur; gerileme ve “bitiş” başlamıştır. O artık faydasız bir varlıktır. Hem kendine hem de çevreye. Maalesef toplumda çokça bu tür kişilerle karşılaştığımız da bir gerçek.

Heyecan ve inanmışlık birbirini tamamlayan ve biri olmadan diğerinin de olmayacağı insanı insan eden,  büyüten, zirvelere taşıyan iki haslet.

Altmışında, yetmişinde hatta sekseninde heyecanını ve inanmışlığını hiç yitirmemiş model kişileri çok bilirsiniz. Hiçbir zirve heyecanlarını dindirmeye; hiçbir başarısızlık inançlarını törpülemeye yetmemiştir. Gazetemizin yazarlarından Mehmet Göktaş Hoca, Merhum Erbakan Hoca bu hususa güzel örnekler olsa gerek.

Heyecan sahibi, aynı zamanda çevresinde heyecan adına fırtınalar da oluşturabilen kişilerdir. Kişi heyecanı oranında döner ve hareket eder. Dönüş ve hareketinin hızına göre rüzgarlar hatta fırtınalar bile oluşturabilir bir kişi veya “bir avuç”  kişi. Bir heyecan seli oluştururlar ve etraflarına o kadar enerji taşırlar ki coşkun akan hatta taşan nehirlere dönüşüverirler. Bu örneği çoğunuz yaşamışsınızdır.

Heyecan acelecilik, sabırsızlık, rastgelelilik,  tezcanlılık falan da değildir elbette.

Şimdi kendimize soralım;  heyecanımızı yitirdik mi? Veya törpülenmiş mi? İnanmışlığımızda mı bir eksilme oldu yoksa. Heyecanlanacak bir hız bir döngü mü bulamıyoruz etrafımızda. Her yeni güne yeni bir heyecanla bizi uyandıracak “heyecan” adamları mı eksildi etrafımızda. Bilemem…

Belki de heyecanlarımızı besleyecek hedeflerimizde bir karmaşa yaşıyoruzdur. Belki de çook uzaktaki hedeflere odaklanmadır bizi pasifleştiren. Çok uzun mesafeli hedefler önemlidir ve elzemdir. Ancak bu hedefe götürecek günlük hedefler belirlemeli. Kısa ve orta vadeli, anlaşılır, ulaşılır ve basit hedefler seçilmeli kimi zaman heyecanlarımızı güncel ve canlı tutacak; büyütecek ve nihai hedeflere taşıyacak sıra dışılıklarla süslemeli…

Heyecanlarımız bize ait somut ve güncel olmalı. Bizim olmalı. Yaşadığımız topraklardan filizlenmeli. Uzak diyarların hikayeleri geçici ve etkisiz olur. Hayali olur. Heyecanımızı besleyen kavgamız gözümüzün önünde olmalı. Hatta gözümüzün ağrısı olmalı.

Göz ağrımız dinmeden başkasının körlüğüne merhem olamayız.