Havanın da güzelliğinden istifade ederek masamı balkona attım. Yazmak için kağıdı kalemi elime aldım. Ne yazsam dikkat çeker ki okurun acaba? Öyle bir konu seçmeliyim ki; herkes beni okusun, herkes beni konuşsun. Sıra dışı olmalı. Farklı ve doğru bir pencereden yazmalıyım. Yaranmak için değil yaralamak için yazmalıyım. Şişirmek için değil pişirmek için yazmalıyım.
Evet ne yazsam acaba? İyisi mi Suriye`yi yazayım. Acıyı, zulmü, hatayı, kederi, hederi, çıkar ilişkilerini yazmalıyım. Çıkar ilişkilerine yaslanan ve halen devam eden bir yanılgıyı yazmalıyım. Çıkar ilişkilerine kurban edildiğini bilmeyen mücahitleri yazmalıyım. Tahtları sallamak için ölen ama hem ölen hem öldürenin “tahtları” muhkemleştirdiğini yazmalıyım. Ölüme adanmış, kimi ölmüş kimi ölümü bekleyen heyecanlı delikanlıları yazmalıyım.
Ama hayır sarmadı beni. Zaten bu meseleye dair söylenmedik söz, yazılmadık sözcük kalmadı ki. Ama heyhat! Tahtlara oturan tahta gibi adamların bir sözü bir işareti bir hareketi bütün hakikatleri darmadağın edip, “dayatılmış tek hakikat” olarak ortada geziniyor. Böylelikle çoğu kez aklımdan şüphe ediyorum.
Öyle ise Kürt meselesini yazayım diyorum kendi kendime. Öyle ya bu sorun çözülmeden başkaca sorunlarımızın çözülemeyeceğini, İslami ve insani temelde olaya bakan herkesin açıkça göreceği bir husustur. Hak gaspının çatışma ortamını beslediğini ve sorunu kangrenleştirdiğini yazmalıyım. Artık bunun aynel yâkin, ilmel yâkin anlaşıldığını, tecrübe ile sabit olduğunu haykırmalıyım. Dillerinden savaş ayetlerini düşürmeyenlere “innemel mü'minune ixvetün” ayetini hatırlatmak isterim. Ama maalesef bu hususta da okunmadık ayet, verilmedik bedel, söylenmedik söz kalmadı. Yine de tahtlara kurulmuşlar “taht” sağırlığında… ben ne dersem diyeyim bu tahta oturmuşların taht sağırlığındaki duymazlıklarına karşın demir sertliğinde söz ve kararları her şeyi belirliyor.
Öyle ise ben siyaseti yazayım. Ama balkon korkuluğuna konan karga gülüyor. Keyfi havanın güzelliğinden mi, yoksa bana mı gülüyor anlamadım? En zeki hayvanlardan biriymiş. Güldüğüne göre bir bildiği vardır. Bir zarar verir miyim diye de tedirgin ve tetikte bekliyor korkulukta. Çok “batmışa” kılavuzluk ettiği de bilinir bu zeki hayvanın. “Güçlüler tepinir güçsüzler ezilir” diyor bu zeki karga. Siyaset arenasında elinde mührü olan Süleyman`dır. Bazen “erken” seçeriz bazen “geç”. Bize düşen sandığa gitmek. Gerisi lafı güzaf. Barajlar, garajlar, garezler, ittifaklar, ihtilaflar… ne yazarsan yaz hep sadece sesini duyurabilenlerin dediği oluyor. Hak, borusu ötene göre şekil alıyor. Kırk yıl babam söyledi, çırpındı; kırk yılda ben söylenip didiniyorum ama hala dedemin idam edildiği yerdeyiz. Hiçbir şey değişmedi.
İyisi mi ben din-diyanet yazayım. Ama yok! Galiba en tehlikeli su da bu. Kimler boğulmadı ki. Zira yüzeni çok bu denizin. Suları da kirlenmiş. Alimallah tefe koyarlar. Zaten benim gibi bir cahilin sözünün ne değeri olur ki.
Hah tamam! Buldum! En güzeli yozlaştırılmış gençliği yazmak. Ama o zaman da ya laikleri kızdırmış olurum ya da bazı dindarları. Ne laikler gökle bağı olan gençlik ister. Ne de kimi dindarlar ayağı yere basan gençleri ister. Hem bağı olsun gökle, hem de ayağı yere bassın dedin mi iki cepheden de salvo yersin. Zaten bu kadar uzman varken laf bana mı düşer. Ne uçan gençlik beni dinler ne de kaçan. Ayağı yere basanlarında bana ihtiyacı yok.
Öff be! Ne yazsam ki? Ekonomi desen hiç anlamam. Ancak geçiniyorum. Spor desen gazetemizin kotasını aşabilirim. İyisi mi bu hafta bir şey yazmayıp Mevlid etkinliğine gideyim.