Düşmanları tarafından yere yıkılmış, her tarafı kan revan içinde bırakılmış.

Feryat ve figanları yeri göğü inletiyor. Vücudunun her tarafından kan akıyor ve kan kaybından gitmesi an meselesi.

Bu haline rağmen acımasız düşmanları başında durmuşlar ve habire dövmeye devam ediyorlar.

En hassas ve ölümcül yerlerine sopalar indiriliyor, bıçaklar batırılıyor, kurşunlar sıkılıyor.

Düşmanın bütün ölümcül darbelerine rağmen adam hala hayatta ve nefes almaya devam ediyor.

Bu durum düşmanı daha da saldırganlaştırıyor ve darbe üstüne darbe indiriyor.

Tıbbın kural ve kaidelerine göre bu adam çoktan ölmüş olmalıydı… Ama bir mucize olarak bu adam yaşıyor.

Üstelik kendine geldiğinde düşmana diş biliyor, ayağa kalkarak bu yapılanların hesabını soracağını haykırıyor…

***

Evet, yere düşen adam ümmettir. Kudüs`tür, Filistin`dir, Bağdat`tır, Şam`dır, Kandahar`dır, Diyarbakır`dır, Moro`dur, Myanmar`dır, İstanbul`dur, Kahire`dir¸ Buhara`dır, Grozni`dir.

Asya`dır, Afrika`dır. Benim, sensin, odur. Biziz. Ümmetin mazlum coğrafyasıdır.

Düşmanlar tarafından ve bizden kaynaklı hastalıklar yüzünden birlik ve beraberliğimiz dağılmış, İslam ve Kur`an ile irtibatımız koparılmış, en mahrem beldelerimiz olan Kudüs ve Kâbe işgal edilmiş, işgal edilmeyen toprağımız, gasp edilmemiş bir coğrafyamız kalmamış.

Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız emperyalistlerce habire hortumlanıyor.

Düşmanlar üzerimize çöreklenmiş, bizi yere yıkmış, vurdukça vuruyor. Hilafetin lağvedilmesiyle, harf inkılabıyla, İslami tedrisatın kaldırılmasıyla, laik eğitim ve dünya görüşünün taze beyinlere kazınmasıyla İslam`dan habersiz yerine göre inancına düşman nesiller yetiştirildi. Ümmet; milliyetçi, ulusal sınır ve devletlerle parçalandı, parçalanmakla yetinilmedi, birbirini düşman gören ve birbirleriyle savaşan hücreler haline getirildi.

Yeni bir İslami uyanışın gerçekleşmemesi için her türlü saldırı, oyun ve entrika yürürlüğe kondu.

Düşmanların hesabına göre maddi ve manevi darbeler alan ümmet, bitmiş, tükenmiş, ölmüş ve artık tarihte kalmış olmalıydı.

Kudüs, sadece Arapların hatta sadece Filistinlilerin sorunuydu ve onları ilgilendirmeliydi. Gençlerin namazla, camiyle, İslam`la bir ilişkisi kalmamalıydı. Bir Türk, bir Kürd, bir Arap çıkıp da ümmetin birliğinden, Kudüs`ün ümmetin ortak davası olduğundan söz etmemeliydi.

Öyle şehadetten, cihattan hiç kimse söz etmemeliydi.

Ama hesaplar tutmadı. Ölmeyi şehadet, zindanı halvet, sürgünü seyahat bilen bir nesille karşılaşıldı. Hesaplar tekrar tekrar kontrol edildi. Planlar aynen uygulanmıştı.

Ama netice istedikleri gibi sonuçlanmamıştı.

Düşmanlar her şeyi hesaplamıştılar, ama Allah`ın hesabını ve takdirini hesaplamamışlardı.

Yere düşen ümmet, bütün ölümcül darbelere karşın, Allah`ın bir yardımı, İslam ve Kur`an`ın bir mucizesi olarak ölmedi.

İşte düşmanlar İslam`ın gücünü ve Allah`ın her şeye Kadir olduğunu idrak etmekten acizler. O`nun hesabının tüm hesaplara galip geleceğini hesaplayamıyorlar.

Allah`ın isterse, dilerse düşmanların eliyle dahi dinine ve inananlara yardım edeceğini akıl edemeyecek kadar ahmaklar.

Ümmete bitmiş gözüyle bakılmış olmalı ki Trump, Kudüs kararını açıkladı. Bu karar, ümmette bir şok etkisi yarattı.

Ama bu şok onu öldürmekten ziyade diriltmeye başladı. Öyle bir şok yaşadı ki tüm ölü hücreleri bunu hissetti.

Yüz yıl önce Balfour Deklarasyonu`nun sonucu olarak Nekbe (Büyük Felaket)`yi yaşayan ümmetin, bu defa felaketleri yaşamaya niyeti yok. Nekbeleri düşmana yaşatacak ve hesabını soracaktır biiznillah.

Allah`ın izniyle bu kararın ve yaşattığı şokun sonucu Kudüs`ün özgürlüğü ve küresel siyonizmin sonu olacaktır. Elbette ki bunun kolay ve bedelsiz olmayacağını da biliyoruz.

Yeter ki biz ümmet olarak üzerimize düşeni yapalım, İntifada`yı ve direnişi yükseltelim.