Suudi Arabistan, Asya kıtasının yüzölçümü en büyük ülkelerinden biridir. İlk insan ve ilk Peygamber Hz.Âdem`den başlayan tarihi, Hz. Nuh`un oğlu Sam`In çocukları üzerinden devam etmiştir. Hz.İbrahim`in eli ile inşa edilenKâbe, bölgeyi tevhid dininin merkezi kılmıştır.  Son Peygamber Hz. MuhammedAleyhisselatuvesselemın doğuşu ve İslam`ın buradan yeryüzüne yayılmasıyla Mekke`nin önemini pekiştirirken, Medine gibi bir kutsal mekân daha ortaya çıkmıştır.

Raşid halifelerin Medine`yi merkez edinmeleri, Emeviler, Abbasilerin bu topraklardan çıkması, 1512`de Osmanlının hâkimiyetine girmesiyle bu topraklar her daim İslam âleminin ortak paydası olmuştur. Müslümanların her gün beş defa Kâbe`ye yönelerek namaz kılmaları, her yıl milyonlarcasının hac ve umre ibadetleri için kutsal toprakları ziyarete gelmesi ümmetçe önem ve kutsallığını devam ettirmiştir.

Kutsal toprakların etrafının derinlemesine İslam topraklarıyla kuşatılmış olması, küfrün maddi ve manevi saldırı ve işgallerine karşı muhafaza etmiştir.

19. yy ‘da petrolün bulunması ve dünya petrol rezervlerinin yüzde yirmisinin bu topraklarda olması emperyalistlerce de bu topraklar önemli hale gelmiştir.

Osmanlı`nın Batılılarca parçalanması ve payumal edilirken bu topraklar da bundan nasibini almıştır. Daha önce Vahhabiliğin de etkisiyle zaman zaman Osmanlı`ya karşı ayaklanmalar olmuşsa da Osmanlının bu isyanlarla başa çıkacak güçte olması bu isyanları boşa çıkarmıştır. Ama Osmanlı zayıflayınca ve dönemin süper gücüİngilizlerişin içine girince işlerin seyri değişti. Binbir vaat ve yalanlarla İbn-i Suud, Osmanlıya karşı isyan ettirildi. 1918`de Mekke Emiri Abdulaziz bin Suud, bir beyanname yayınlayarak bağımsız Suud devletinin önünü açtı. Nihayet 1932 yılında Suudi Arabistan krallığını kurdu.

Kutsal topraklarda kurulan bu krallık kendisine her ne kadar Hadim`ulHarameyneş-Şerifeyn (İki Cami –Kâbe ve Mescidi Nebevi- Hizmetkârı) lakabını takmış olsa da hiçbir zaman İslam`ın hadim ve hizmetkârı olmadı. Kuruluşunda olduğu gibi her daim emperyalistlerin ve İslam düşmanlarının tasallutunda oldu, bağımsız olmasına izin verilmedi.  Emperyalistlerin ümmet üzerindeki plan ve projelerinin uygulayıcısı oldu. Allah`ın bir lütfu olan petrolden gelen para, ümmeti ihya ve inşada kullanılmadı.  Şahsi ve ailevi saltanata harcanan bu paralar, Amerikan bankalarının kasalarını ve silah şirketlerinin cebini doldurdu.  Bu paralarla,  İslam düşmanlarına karşı kullanılmayacak milyarlarca dolar silah alındı. Bu silahlar zalimlere ve emperyalizme karşı çıkan mücahitlere karşı kullanılmaktan imtina edilmedi.

Mayıs 2017`de Trump`un Suudi ziyaretinde sadece bir defada 280 milyar dolarlık silah alımı için imzalar atıldı. Arap basınında ironi bir şekilde, ‘Suud krallığı, Müslümanların tarihten günümüze dek gayri Müslimlerden aldığı cizyeye eş değer parayı bu anlaşmayla bir defada Amerika`ya iade etti` şeklinde ifade edildi.

Suudi Krallığı sahip olduğu petrol, kutsal mekânlara ev sahipliği yapmasıyla ümmetin tekrar diriliş ve direnişe sevk edecek dinamiklere fazlasıyla sahip. Ama maalesef şu ana kadar bunu yapmadı ve son günlerdeki prenslere karşı yürütülen operasyon ve müftüsünün açıklamalarıyla bunu yapmayacağını da açıklamış oldu. Müftünün Siyonistlere karşı savaşmanın caiz olmadığını ifade etmesi, Bel`amların tarihte kalmadığını da bize aynelyakin öğretmiş oldu.

Mekke ve Medine gibi insanlığa nur saçmış, İslam`ın ve adaletin beşikliğini yapmış kutsal toprakları ülkesinde barındıran Suudi`nin görevi, HAMAS`a, Hizbullah`a, İhvan`a karşı Siyonistlerin safında savaşmak değildir. İslam`ın izzet ve onuru için, Aksa ve Kudüs için kıyam eden azizleri terörist ilan etmek hiç de görevi değildir.

Olması gereken, Harameyn`in Hadimlerine yakışan,  İslam`ın beşikliğini yapmış toprakların asaletine ve bereketine uygun davranması ve Kâbe`nin Rabbinin çağrısına icabet edip zalimlere karşı kıyam etmesidir.