İnsanoğlunun iç âlemi dış dünyadan etkilenir ve bu etkileşim oranında yaşamı şekillenir. Yaşadığı coğrafyanın iklim şartları, ailevi ve toplumsal çevre, beslenme alışkanlıkları, eğitim düzeyi, toplumsal konum ve statüsü insanın ruhunu, kalbini, aklını ve ahlakını; insanlığa ve dünyaya olan bakış açısını şekillendirir. Merhum Ali Şeriati bu etkileri “toplum, tarih, coğrafya, benlik (nefs)” olarak sıralar ve buna insanın dört zindanı der. 

Afrika`nın yakıcı güneşi altında açlıkla pençeleşen, okul okuyamayan, toplumun dar penceresinden dünyaya bakan bir Somalili ile güneş yüzüne hasret, dünyanın nimetleri içinde yüzen, her türlü maddi imkâna sahip bir Avrupalının maddi gelişimi ve ruh dünyası bir değildir.

Muhalefette olan bir parti, iktidara geldiği zaman daha öce söylediklerinden farklı şeyler söyleyebilmekte, farklı icraatlara imza atabilmektedir. İşçilerin mağduriyetinden, haksızlığa uğradıklarından dem vuran bir sendika temsilcisi, işveren olduğunda tam tersine işçilerin fazla para aldığını, yeterince çalışmadıklarını, işveren sırtında bir parazit ve asalak olduğunu iddia edebilmektedir.

Despotizm ve diktatörlüklere karşı ‘özgürlük ve hürriyet` sloganıyla mücadele eden nice özgürlük hareketi ve kahramanları, iktidarı ellerine geçirdiklerinde yaptıkları zulümle eski diktatörlere rahmet okutabilmektedir. Örneklemeleri ülkemizde ve dünyadaki son gelişmelerle çoğaltabiliriz.

Kimileri, yargının vermiş olduğu kararlar lehlerine olunca “yargı bağımsızdır, verilen kararlara saygı duyulmalıdır” derken; verilen kararlar aleyhlerine olunca da “yargı siyasallaşmıştır, yargı bağımsız değildir” yaygarasını koparırlar. Zamanaşımından kendi cenahlarının davaları kapanırken bunun kanuni bir hak olduğunu dile getirirler, kendi cenahlarından olmayınca da ‘insanlık suçundan, kamuoyu vicdanının sızlamasından` dem vururlar.

Normal şartlarda bakıldığında bunun her zaman ve mekânda ve herkes için geçerli olduğu ve bu durumun asla aşılamayacağı söylenebilir. Ama özgürlük ve adalet Peygamberi Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamın hayatı ve mücadelesine bakıldığında bunun böyle olmadığı ve aşılabilir bir durum olduğu görülür. Bu durum salt O Kutlu Peygamberle sınırlı olmamış, O`nu takip edenlerin de bu handikapları aştıkları tarihi bir vakıadır…

Resulullah aleyhisselatu vesselam fakir iken de cömertti, zengin iken daha da cömertti.

İnsanlara karşı her daim affedici idi. Bu affediciliği hâşâ zayıflığından dolayı değildi. Aksine güçlü iken daha da affedici idi.

Kendisine, davasına ve taraftarlarına karşı düşmanlığın ve hilenin her türlüsünü yapan, sahabesini gözleri önünde işkencelerle şehit eden Mekke müşriklerinin hepsini bir işaretle öldürebilecek güce sahip olduğu halde cezalandırma yerine onları affetmiştir. Hüküm verirken en azılı düşmanına karşı bile adaletle hükmetmiştir. ‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa elini keseceğim` demiştir.

Peygamber olmadan önce de ‘Emin` idi, peygamber olduktan sonra da ‘Emin`di. Genç, bekâr iken de edepli, hayâlı idi. Evlendikten, Peygamber olduktan sonra da, yaşlandığı zaman da insanların en edepli ve hayâlısı idi.

Zengin olduğu halde en fakir insan gibi mütevazı bir yaşam sürmüş, elinin altında köleler, cariyeler, eşler olmasına rağmen kendi işini kendisi görmüş, kimseye yük olmamıştır. Saraylarda şatafat içerisinde yaşama imkânına sahip olmasına rağmen; derme çatma odalarda yaşamış, vücudunda iz çıkaran hasırın üzerinde uyumayı tercih etmiştir.

Bu erdem ve faziletleri zaman, ortam ve şartlara göre değişmemiş, eksilmemiş, ortadan kalkmamış; aksine gittikçe artarak kemale ulaşmıştır.  Düşmanları dahi bu yönlerini görmüş takdir etmiş, etkilenmiş ve zamanla Ona ve dinine teslim olmuşlardır.

İnsanoğlu her zamankinden daha fazla bugün bu zindanların mahkûmudur. Bu zindanlardan kurtulmadıkça gerçek manada özgürlüğe, adalete ve rıza-i ilahiye ulaşamaz. Bu zindan zincirlerini kırmanın yegâne yolu da vahyin öğreticiliğine ve Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamın rehberliğini takip etmekten geçer.