Peygamber Aleyhisselamın Mekke`den Medine`ye Hicretinin ikinci yılı. Zilhicce ayının onuncu günü. Peygamberimiz (s.a.v.) Müslümanlarla birlikte namazgâha çıkar. Ezansız ve kâmetsiz olarak iki rekât Kurban Bayramı Namazı kıldırır ve namazdan sonra Hutbe irâd eder. Hutbesinde Müslümanlara kurban kesmelerini emreder.
Peygamberimiz (s.a.v.) kendisinin satın aldığı semiz, boynuzlu, beyaz iki koçtan birisini keserken «Allah'ım! Bu, Senin birliğine ve Sen'den bana gelenlere şehâdet eden bütün ümmetim tarafındandır!» der.
Sonra, ikincisini keserken de «Bu da Muhammed ve Muhammed'in ev halkı tarafındandır!» diye buyurur. Bundan kendisi, ev halkı ve yoksullar yer…
Bu yıldan itibaren Müslümanlar aynı gün ve Peygamber aleyhisselam, hayatta olduğu müddetçe aynı yerde Kurban Bayramını idrak etmeye devam ettiler. Aradan binlerce yıl geçti ama bu ibadetler daha geniş musallalarda ve büyük kitleler tarafından devam ettirildi.
Küçücük Medine şehir devletinde sınırlı sayıda Müslüman tarafından idrak edilen kurban ve bayram, bugün milyarlarca Müslüman tarafından dünyanın her köşesinde toplu olarak idrak edilmektedir. Resmi kayıtlara göre bu yıl hac ibadeti için kutsal topraklara giden Müslüman sayısı bir milyon 816 bin`dir.
Kurban, Hac ve Bayram, birbirini tamamlayan ibadet, eylem ve kavramlardır. Kendilerine göre ibadi, ahlaki, sosyal, siyasi misyon ve hikmetleri vardır. Bunlar birbirinden bağımsız ve ayrı olarak düşünülemez. Bazı dönemler arızi sebep ve yasaklardan dolayı biri idrak edilmemiş olsa bile –ki Mekke`nin fethine kadar Peygamber aleyhisselam ve ashab, hac ibadetini yerine getirememişlerdir- bir bütün olarak görülmüştür.
Hac, sadece bir gezi, bir seyahat değildir. Bayram, salt bir eğlenme ve sevinç günleri değildir. Kurban, hayvan kesip et yeme günü değildir. Elbetteki bu saydıklarımızı da içinde barındırmaktadır. Ama birlikte düşünüldüğünde bir toplumu, bir dünyayı inşa etmenin proje ve ipuçlarını içerisinde barındırmaktadır.
Müslümanlar lisan-ı hal ile şunu haykırırlar:
Hac ibadetiyle dünyanın dört bir tarafından değişik vasıta ve yolları kullanarak kutsal topraklarda toplandık. Allah`ın huzuruna gelerek hesap verdik. Ümmet genelindeki kardeşlerimizin maddi sorun ve problemlerini şura ve istişare ile görüşerek çözdük. Manevi eksikliklerimizi namaz, tövbe, istiğfar ile tamamladık. Her türlü dünyevi istek ve arzudan vazgeçtik. Bir tarağın dişleri gibi eşit olduğumuzu mahşeri kalabalık ile ‘vakfe`de gösterdik. Geri gelerek tavaf ile rabbe söz verdik. En azizlerimizi feda edeceğimizin sembolü ve Rabbimize yakınlaşmak için kurbanlar kestik…
Ve sonuç…
Allah tövbemizi kabul etti. Arındık, temizlendik, ümmet potasında eridik, piştik. Damlalardan göl, göllerden deniz ve tek okyanus olduk. Birler iken ‘Biz` olduk. Bunun sevinciyle hep birlikte Rabbimizin bize hediyesi olan Bayramı kutluyoruz…
Şayet Müslümanlar Haclarını bu şuur ve idrakle yerine getirse Myanmar`da kardeşlerimiz bir Budist cuntanın elinde böylesine vahşice katliama mı uğrardı?
Bir avuç Siyonist, Kudüs`ü tutsak mı ederdi?
Suriye`de kirli savaş altı yıl mı sürerdi?
Irak, Afganistan ve ümmetin tüm coğrafyası her gün kan gölüne mi dönerdi?
Birbirimizle uğraşıp düşmanlarımızın ekmeğine yağ mı sürerdik?
Allah Teâlâ ümmete hakkıyla hac, kurban ve bayramı yerine getirmeyi nasip eylesin.