Kirli, bir o kadar da ahlaki ve vicdani olmayan Suriye iç savaşından kaçmak zorundan kalan Suriyelilerden yaklaşık 3 milyonu Türkiye`de yaşamaktadır.  Bunlardan kimisi kamplarda, kimisi akrabalarında kimisi de kendi imkân ve olanaklarıyla oluşturdukları ikametlerde kalmaktadırlar. 

Evlerini-barklarını, akraba ve sevdiklerini kaybetmiş, acı ve ölümü yaşamış bu kardeşlerimize sahip çıkmak, sıkıntılarını en aza indirebilmek insani ve İslami görevimizdir. Kardeşliğe, yardımseverliğe, mazlum ve mustazafların yanında olmaya, onların bu durumdan kurtulması için mücadele etmeye hiçbir din İslam dini kadar önem vermemiştir. Tarih ve kütüphanelerimiz; kardeşlik, Ensar-Muhacir örnek ve misalleriyle doludur.

Tüm insanlarla, ya insanlıkta ya da İslam`da kardeşiz. Hepimiz Âdemdeniz ve Âdem de topraktandır. Kimsenin kimseye ırk, renk, dil ve coğrafya bakımından yaratılıştan bir üstünlüğü ve imtiyazı yoktur. Hepimiz elimizdekilerin emanetçiyiz. Tüm canlıların ve bizlerin rızkını gönderen, yerin göğün sahibi Allah Teâlâ`dır. Kimse kimsenin rızkını ne engelleyebilir ne de artırabilir. Kendisine biçilen ne ise odur. Hepimiz elimizdekilerin emanetçiyiz. Kim, kimi, nereden ve nasıl kovacak? Biz kimiz, onlar kim?

Bizden zayıf olanlara gösterdiğimiz rahmet oranında, birbirimizi sevdiğimiz oranda rahmete nail oluruz. Komşusu aç iken kendisi tok olan bizden değildir, misafir rızkını beraberinde getirir, neredeyse komşunun komşuya varis kılınacağı bir dinin müntesipleriyiz.

O zaman bu endişe, korku, cimrilik, merhametsizlik, mazlum ve mustazaflara gösterilen bu tahammülsüzlük neden?

Ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelere bağlı olarak dünya adeta büyük bir köy hüviyetine bürünmüştür. Keskin sirke küpüne zarar misali, milliyetçilik, faşistlik yapan kendi bindiği dalı kesmektedir.

Suriyeliler evlerine diyenler, Avrupa`daki milyonlarca Türkiyelinin evine dönmesini,  faşist Naziler tarafından gösterilen şiddeti de kabullenmelidir. Diyarbakır`da, Batman`da yaşayan Türkler evlerine diyenler, İstanbul`da yaşayan Kürtlerin de evlerine dönmelerini kabullenmeliler.

Suriyeliler evlerine diyenlere, El Bab, Cerablus`taki, Katar`daki Türkiye askerlerinin ne işi var diye sorulmalıdır…

Sovyetler birliğinin dağılmasıyla Türkiye`yi adeta istila eden, aile kurumumuzu dağıtan, ahlaki yapımızı erozyona uğratan Rus menşeli kadınlar için kimse bir şey söylemedi, kılını kıpırdatmadı.

Yıllardır ülkemizin ve coğrafyamızın yeraltı yerüstü zenginlik kaynaklarını sömüren, 1994`de Şemdinli kaymakamına tokat atan Amerikalı komutana, savaş ve kaoslarla bizi birbirimize kırdırtan, Amerika ve Batı fikriyatına karşı kimse bir şey söylemedi.  Ama ölümden, kimyasal gazlardan, varil bombalarından kaçan, kendilerine bir koruyucu ve sığınak arayan Suriyeli mazlumlara karşı aylardır çirkin ve tehlikeli bir plan devreye sokuluyor. Bu kirli anlayışın, din, örf, adet ve geleneğimizde yeri yoktur. Bu, dış menşeli şeytani plan ve projelerin devamıdır.  Güzellik, zenginlik üzerinden vahşi cinayetleri meşrulaştırmak isteyenler, bu işin taşeron ve borazanlığını yapmaktalar. Bu zihniyet iyi tanınmalı ve deşifre edilmelidir…

Sadakanın birçok bela ve musibeti defettiğine, rızkı artırdığına,  rahmete mazhar olunduğuna inanmaktayız. Fert, millet ve ülke olarak birçok bela ve musibetin defedilmesinde Suriyelilere yapılan yardımların etkisinin olduğundan şüphemiz olmasın. Birçok işyeri ucuz işçi buldu, ev ve dükkân kiraları kat be kat arttı. Yerine göre evlenemeyen bekârlar evlenme imkânı buldu. Arapça ve İslami tedrisat alanında binlerce müderris, akademisyen ve hocanın ilminden istifade edilmektedir. Her halktan olduğu gibi Suriyelilerin de içinde suç işleyenler olacaktır. Suçu sabit olanlar gerekli cezaya çarptırılır. Ama bu, ne Suriyelilere, ne de başka bir ırk ve topluma karşı topyekûn bir kin ve nefrete dönüştürülmesine izin verilmemelidir.  Yoksa mazlumların sahibinin tokatlarını -Allah muhafaza- hak ederiz.