Allah`u Teâlâ insanı yeryüzündeki halifesi olarak yaratmış, en önemli görev ve sorumluluk olarak yeryüzünün imarı, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetme ile mükellef kılmıştır. Halife olan bir insanı haksız yere öldürmeyi de en büyük günahlardan saymış ve tüm insanları öldürmekle eş tutmuştur. Yıkılan, kırılan, tahrip edilen her şeyin bir nebze de olsa telafisi, geri dönüşümü mümkündür. Allah`ın evi olan Kâbe dahi yıkılsa yerine daha güzeli daha görkemlisi yapılabilir. Ama ölen bir insana can vermek, yaşama geri döndürmek mümkün değildir. Ölüyü ancak Allah`u teala diriltir.

‘…Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur…` Maide: 32

İslâm`daki ‘cihat` ve ‘kısas`ın da amaç ve hikmeti insanları öldürmek, katletmek değil aksine insanı ve insanlığı yaşatmak içindir. Bunun için de ‘Ey temiz akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.` (Bakara: 179) diye buyrulmuştur. Yoksa azgınlaşan, istek ve arzularının esiri olmuş zalim, diktatör ve cani ruhlular yeryüzünü viraneye çevirir, taş üstünde taş bırakmazlardı. 

Katl, bu kadar büyük günah iken, ‘fitne, katl`den daha büyük günah ve beter sayılmıştır.

‘…Fitne, öldürmekten beterdir…` (Bakara: 191)

Fitnenin tahribat alanı daha geniş ve zaman olarak daha uzun ömürlüdür. Unutuldu, kapandı, kabuk bağladı denen nice fitneler asırlar sonra bile kendine müsait ortam ve zaman bulduğunda tekrar yeşermiş ve zehirli meyvelerini etrafa saçmıştır. Kendisine zulmedenlere dahi beddua etmeyen Rahmet Peygamberi Hz Muhammed aleyhisselam “Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin” diye beddua etmiştir.

Maalesef ne acı verici bir durumdur ki bugün ümmetin arasında katller başını almış, fitne de uyandırılmıştır. Her fitne beraberinde büyük katliamları, her katliam da beraberinde yeni fitne tohumları ekmektedir. Ümmetin hangi coğrafyasına bakarsak bakalım; kan var, gözyaşı var, hicret var, talan var, işgal var, fakirlik var…

Bundan daha vahimi ise kâfirlerin, İslâm ve Müslümanlarla savaşanların1 Müslümanlara çağrı yaparak birbirlerine karşı itidalli davranmaları, aralarındaki sorunları konuşarak halletmelerini ve isterse aralarında arabulucu ve hakem olmaya hazır olduklarını ilan etmeleridir. Barış anlamına gelen İslâm`ın müntesipleri olan Müslümanlar bırakın kendi aralarında kâfirlerin hakem olmasını, küfür dünyası dâhil tüm dünyaya düzen ve nizam vermekle mükelleftirler. Kendi aralarında dahi barış ve kardeşliği tesis edemeyen ümmet,  başka dinin müntesiplerine ve insanlığa hâlihazırda verecekleri bir şeyleri yoktur.

Günümüzde ümmetin tüm bireylerinin akan Müslüman kanını durdurmaktan daha öncelikli, daha hayırlı ve daha önemli bir işi yoktur. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez`in, İran ziyaretinde ifade ettiği şekliyle: ‘Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalara ayrılarak birbirini katletmesini önlemekten daha önemli değildir.`

Peygamber aleyhisselamın buyurduğu gibi biz de ‘Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah`ın kulları, kardeş olun.` Çağrısını yapalım ve gereğince hareket edelim.

Allah`u Teâlâ bizleri fitnelerden muhafaza etsin.