Siyasi, ekonomik, dini her akımın, fikir veya ideolojinin değer yargıları, belirlediği amaç ve hedefleri vardır.

 

Kendi üye ve taraftarlarını bu hedeflere yönlendirir ve başarılı olmalarını ister. Bu hedeflere yaklaşıldığı ve tutturulduğu oranda başarılı uzaklaştığı oranda da başarısız addedilir.

Bazen değer yargıları olmaz veya değer yargıları bir kenara atılır, unutulur. Sadece hedef vardır. Hedefe ulaşmak için her yol, yöntem ve araç meşrudur.

Bir ticari kurumun başarısı yıl sonunda elde ettiği kâra; bir siyasi partinin başarısı seçimlerde aldığı oy oranına, bir televizyonun başarısı izlenme reytingine, bir gazete veya derginiz başarısı da satışına ve okuma oranına göre değerlendirilir. Diğer taraftan bir terörist ve terör örgütü için başarı; öldürdüğü insan sayısı, etrafa saçtığı korku ile kendini kıyaslar. Ne kadar ölüm, şiddet, acı, korku o kadar başarı demektir.

Peki dünya ve ahiret saadetini insanlara vadeden İslam dini başarı ve başarısızlığı hangi kriterlere bağlamıştır. Galibiyet-mağlubiyet, hüsran-kazanç için nasıl tanımlamalar yapmıştır?

İslam; başarıyı salt para, güç, zenginlik, makam, hükümet-devlet olma, çokluk, büyüklük, reyting, öldürme gibi maddi kriterlere bağlamamıştır. Hele hele bunları elde etmek için her yol ve yöntemi de mübah görmemiştir. Çünkü bu dinin sahibi olan Allah`u Teala eksik ve noksanlıklardan münezzehtir, Gani`dir, Sübhan`dır, Malik`tir, Hayy`dır. Kendisine düşmanlıkta azgınlaşan Firavunlara dahi büyük güç ve imkanlar vermiştir. Hz. Süleyman`a cinleri, rüzgarı müsahhar kılan da O`dur. Bizim ibadet ve taatımıza da ihtiyacı yoktur. Aksine bizim ihtiyacımız vardır.

İslam; insanın yaratılış gayesini Allah`a kulluk olarak belirlemiştir. İnsanların en üstününü zengin, büyük, güçlü olarak değil “Allah`tan en çok korkan” diye tarif etmiştir. Hüsrandan, helaktan kurtuluşu “İman etme, salih amel işleme, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye” bağlamıştır (Asr Suresi)

Cesareti, pehlivanlığı nefsine hakim olma, gücü yettiği halde insanları affetme ve ihsanda bulunma olarak saymıştır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) savaşı; düşman askerini çok öldürme, ganimet elde etme, toprakları fethetme olarak değil insanları hidayete erdirme vesilesi olarak görmüştür. Nitekim bir askeri birliğin başında komutan olarak gönderdiği Hz. Ali`ye şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Ali! Bir insanın senin elinle hidayete ermesi, senin için kızıl develerden; güneşin üzerinde doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”

İslam; başarıyı her halukarda fakir-zengin, az-çok, hakim-mahkum, yöneten-yönetilen durumlarında Allah`ın emirlerine uymada görmüştür. Kur`an`da kınanan, zemmedilen kavimler zayıf ve güçsüzlüklerinden dolayı değil aksine zengin ve güçlü kavimler olmalarına rağmen hakka tabi olmadıkları için helak edilmişlerdir

Allah`ın istemediği, razı olmadığı maddi kazançların, fetihlerin, devletlerin, maddi refahın hiç bir kıymeti yoktur.

Allah bizleri her halûkarda kendisine itaat eden, rızasını kazananlardan eylesin.