Onlar, sizin himayenize verilmiş kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, takatlerinin üstünde iş yüklemeyin, zor bir iş tahmil ederseniz onlara yardımcı olun.” (Müslim)
Manisa`nın Soma ilçesindeki kömür madeni ocağında gerçekleşen kaza haberi ülkenin bir numaralı gündemine yerleşerek insanlarımızı hüzne boğdu. Rakamlar açıklandıkça acı tablonun boyutları netleşmeye başladı. 282 ölü, onlarca yaralı ve ocakta mahsur kalan yüz küsur maden işçisi. Her işçinin kendine göre hikâyesi ve dramı yürekleri yakıyor. Yeni nişanlanan, yeni evlenen, baba olmaya hazırlanan, mezara beraber giden ikizler, emekli olduğu halde evlenecek kızına çeyiz almak için hayat şartlarının zorlamasıyla tekrar madene inen baba…
Ölenlere Allah`tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum. İçerde mahsur kalanlar için umutlar tükenmeye doğru gitse de temenni ve umudumuz sağ salim bir şekilde çıkarılmalarıdır.
Bu kaza, yaşanan ilk kaza, ölen işçiler ilk ölenler değil. Dünyada da bu türden kazalar ve ölümler de yaşanmıyor değil. Her iş kendine göre tehlike ve riskleri barındırmaktadır. Ne kadar tedbir alınsa da riskleri sıfıra indirmek mümkün değildir. Öldüren ve hayatı bahşeden Allah`tır. Allah diledi mi onun önüne geçecek hiçbir güç yoktur. O dilemezse hiçbir güç de de yapmaya kadir değildir. Tedbirin takdiri engelleyemeyeceğine iman etmişiz. Bunlarla beraber her şeyin bir kural ve kaide çerçevesinde yaratıldığına ve gerçekleştiğine da iman etmişiz. İslami literatürde buna sünnetullah; seküler düşüncede buna tabiat ve doğa kanunları denilmektedir. Sünnettullahı esas almayan her iş ve oluşum felaket ve akamete uğramaya mahkûmdur. Ateş yakıcıdır, önlem ve tedbir alınmaz, ateşin fıtratına uygun hareket edilmezse acı ve felaketlere sebep olur. Su, hayat kaynağıdır. Aynı zamanda sel, fırtına gibi olaylarla önüne geleni yıkar, yutar. Sünnetullah çerçevesinde ateş ve sudan istifade edilirse birer hayat kaynağı ve insanın hizmetine sunulmuş iki büyük güç olur.
Toprağın santim santim kazılması, yerin yüzlerce metre altına inilerek kömürün çıkartılması birçok risk ve tehlikeyi barındırmaktadır. Maden ocakları dünya genelinde büyük ölümlerle sonuçlanan iş alanlarıdır. Fakat alınan tedbirlerle bu risk minimum seviyeye indirildi. Türkiye`de ise her birkaç yılda bir maden ocaklarında göçük, grizu patlaması veya karbon monoksit gazından onlarca işçi hayatını kaybetmektedir. Olay esnasında sözler verilir, basın-medya işçi ve işçilerin dramını dile getirir. Aldıkları ücret, ailelerinin perişanlığı, sağlık ve yaşam koşulları gündeme getirilir. Olayın sıcaklığının bitmesiyle işçiler ve aileleri kaderleriyle ve işverenin insafına terk edilir. Ta ki yeni bir acı ve drama kadar.
Soma`da yaşanan bu son acı olay, iş güvenliği ve işçi hakları açısından bir miad ve başlangıç olmalıdır. Peygamberimiz aleyhisselam, en helal rızık alın teriyle kazanılandır diye buyurmuş, çalışmaktan nasırlaşan bir işçinin ellerini emeğe hürmeten öpmüştür. İşçilerin acı ve dramı, Soma maden işçilerinin dramıyla sınırlı değil, filmin bir sadece karesidir. Milyonlarca işçi köleliğin günümüzdeki modern şekli olan taşeronlarda sigortasız, denetimsiz, sosyal güvencesiz bir şekilde çalıştırılmaktadır. Yaza yaklaştığımız bu günlerde on binlerce mevsimlik işçi çoluk çocuğuyla doğudan batıya göç ederek karın tokluğuna çalışacaktır. Ağır şartlarda ve risk altında yaşayan maden işçisinin aldığı ücret 1300-1800 TL iken, milyonlarca işçi 800 TL olan asgari ücretle geçim mücadelesi vermektedir. İşçiye ‘maliyeti kurtarmıyor, veremeyiz` bahanesini ileri süren işverenler, ne hikmettir ki servetlerine servet katmaktadır. Bu ne Müslümanlığa, ne işçi haklarını savunan solculuğa ne de insanlığa yaraşır. Peygamberimiz aleyhisselam, ta 1400 yıl önce işçilere nasıl davranılması gerektiğini ve ölçünün ne olduğunu şöyle ifade etmiştir: ‘Onlar, sizin himayenize verilmiş kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin…” Acaba kaç işçi, patronunun giydiğinden giyiyor, yediğinden yiyebiliyor, bindiği arabaya binebiliyor?
Soma işçilerinin dram ve acısı üzerinden kimse siyasi rant elde etmeye kalkışmamalı. Hükümet ve muhalefet, işçi ve işveren sendikaları samimi iseler; dünya standartlarında bir iş güvenliği ve işçi hakları sözleşmesi oluşturmak için bir araya gelmeli ve bundan asla ödün verilmemelidir. Nerede ihmal ve eksiklik varsa tespit edilerek giderilmelidir. Bu konuda en büyük görev ve sorumluluk hükümete düşmektedir. Yandaş, muhafazakâr, dindar, solcu ayrımına gidilmeden gereken denetimler yapılmalı, uymayanlara caydırıcı cezalar verilmelidir. Yoksa günah olarak bu hükümete de muhalefete de yeter artar bile…