Bir hocadan şöyle bir hadis dinlemiştim.
‘Başınız sıkıştığında mezarlara başvurun…’
Hocadan kaynağını sormuştum, fakat kendisi de kaynağını hatırlayamadığını söylemişti.
Buradaki mezarlardan kasıt, insanlığın geçmiş tecrübelerinden, tarihten ve tarihte vuku bulmuş olaylardan istifade edilmesidir… yoksa gidip ölülerden medet ummak değil…
Kur’an-ı Kerim’in önemli bir kısmı tarihi kıssalardır.
Geçmiş kavimlerin başından geçen imtihan, bela ve musibetlerdir. Bu musibetlere karşı o kavimlerin takındığı olumlu ve olumsuz tavırlardır.
Hz. Yusuf’un kıssasının anlatıldığı sure, Kur’an-ı Kerim’in uzun surelerindendir.
Yine, Kur’an’da en çok anlatılan kıssalar, İsrailoğullarıyla ilgilidir.
Bütün bunlar ders alınsın, ibret alınsın diye anlatılmıştır.
Yoksa haşa iş olsun, öylesine insanlar eğlensinler diye bu kıssalar anlatılmamıştır.
Bugün ümmet olarak çok kritik ve zorlu bir süreçten geçiyoruz. Kudüs ve Gazze’deki durum bütün ümmeti hatta bütün insanlığı etkilemektedir.
Bir türlü bir araya gelemeyen ümmet, iç ihtilaf ve sorunlarıyla bütün enerjisini heba etmektedir.
Emperyalist düşmanlara karşı ‘maslahat’ adı altında gereken tavır ve dik duruş gösterilmezken, tam tersine Müslüman kardeşine karşı bütün gemileri yakabilmektedir.
İşte bu durumda Kur’an’da anlatılan kıssalara, Allah’ın emirlerine ve kendi tarihimize bakmalıyız.
Bugün var olup da ümmetin geçmişte yaşamadığı tek bir sorun ve problem yoktur.
Ümmet bu badireleri atlatarak tekrar tarih sahnesine güçlü bir şekilde çıkmıştır.
İlk defa İslam coğrafyası ve Kudüs işgal edilmiyor, ilk defa Müslümanlar kendi aralarında ihtilaf ve çatışma yaşamıyor.
İşte yaşadığımız topraklarda çok değil kısa bir zaman öncesinde ezanlar yasaklandı, camiler ahırlara çevrildi. Kur’an-ı Kerim öğrenmek için insanlar dağlara, mağaralara çekildi.
Ama elhamdülillah bu dönem atlatıldı.
Moğol ve Haçlı istilasında öyle bir süreç yaşandı ki İslam, bitti, Müslümanlar artık kendilerini toparlayamaz, denildi.
Kudüs, Haçlılar tarafından işgal edilerek 70 bin Müslüman, kadın-çocuk denilmeden büyük bir vahşetle katledildiler. Ama çok değil 88 yıl sonra Selâhaddîn gibi bir kahraman, ümmeti tekrar toparlayarak Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturdu. Ümmet coğrafyasında Haçlıların esamesi dahi kalmadı.
İşte burada mezarlardan yani tarihimizden ve tecrübelerimizden yardım istemeliyiz.
Selâhaddîn’in dönemi bizim şu an yaşadığımız ahvaldan çok da farklı değil.
Aynı şartları yaşıyoruz. İsimleri değiştirsek her şey yerli yerine oturacaktır.
İslam coğrafyasında çok küçük basit ve süfli hesaplar yüzünden birbiriyle sürekli savaşan, onlarca küçük devlet ve beylikler…
Haçlılar artık bölgemizin bir gerçeğidir, burada kalıcıdırlar, diyerek onlarla siyasi, askeri ilişki kuran ve ticaret yapan, yerine göre ihanet içerisinde olan sözde Müslüman idareci ve yöneticiler…
Bütün bunlara rağmen Selâhaddîn, öyle bir strateji izledi ki ümmeti uyandırdı, birleştirdi, Haçlı işgalindeki Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturdu.
İşte Selahaddin’in stratejisine bugün de çok ihtiyacımız vardır.
Selahaddin, hedefine hiçbir zaman Müslümanları koymadı, sürekli Haçlıları koydu.
Kudüs’ü davasının merkezine oturttu.
Müslümanların bölünmesine ve düşmanın birleşmesine azla izin vermedi. Bunun için, siyaset, diplomasi ve askeri seçenekleri birbirine harmanlayarak sahada hikmetle uyguladı.
Salih bir insandı. İyi bir eğitim almıştı. Hangi şartta olursa olsun dünya meta-ı ve gösterişine tevessül etmedi.
Tarihte saray ve köşkleri olmayan nadir liderlerden biridir.
Etrafında her daim mücahit âlimler oldu. Cahid ve zakir bir nesil yetiştirdi.
Her alanda planlı ve programlı çalıştı ve başardı.
Bu cendereden çıkış yolu, Selahaddin’in Kudüs paydası etrafında Müslümanları birleştirme yoludur. Kudüs özgürlüğüne kavuşursa Şam, Kahire, Bağdat ve bütün ümmet özgürlüğüne kavuşacaktır.