Türkiye coğrafyası sıradan bir toprak parçası değildir.
Türkiye üzerinde kurulan devletler sıradan bir devlet gibi değildir ve olmamalıdır.
Türkiye coğrafyasında kurulan devletlerden ümmetin beklentileri sıradan bir devlet ve ülkeden beklentileri gibi değildir.
Bu topraklar, yüzyıllarca İslam ümmetine önderlik ve bayraktarlık yapmıştır.
Fetih orduları, mazlumların imdadına yetişen ordular ve orduları harekete geçiren irade bu topraklarda oldu.
Emin ve güvenilir bir yer arayan muhacirler bu toprakları sığınak ve güvenli bir liman olarak bellediler.
Bu coğrafyanın güç ve kuvvetine orantılı olarak ümmet ve insanlık huzur buldu. Mekke-Medine, Kudüs ve Şam toprakları buradaki güç ve kuvvetle özgürlüğünü korudu, güven ve emniyette kaldı.
Ne zamanki bu topraklar özünden koparıldı, işgale uğradı, redd-i mirasta bulunan bir garip nesil ortaya çıktı, o tılsım ve ahenk bozuldu.
Bu durum biraz uzun sürse de bu topraklar asaletini tekrar gösterdi.
2005 yılından itibaren özüne dönmeye çalışan, geçmişiyle barışmaya çalışan, tarihin kendisine yüklediği misyon ve görevin şuurunda olan bir nesil belirince o umutlar tekrar canlandı.
Filistin, Suriye, Mısır, Irak, Şeyh Şamil’in torunları Dağıstan ve Kafkasların yiğit ama sahipsiz evlatları ve diğer mazlum coğrafyanın muhacirleri şehirlerimizde, çarşılarımızda, cami ve eğitim kurumlarımızda görünmeye başladılar.
Her dilden ve her renkten kardeşlerimizle karşılaşmaya ve tanışmaya başladık.
Bundan mutluluk duyduk. Yıllardır birbirinden kopmuş, birbirine düşmanlaştırılmış, ayrı yaşayan kardeşler birbirine kavuşmanın sevincini yaşadı.
Görüldü ki düşmanlarımızın bize anlattıkları gibi değildik.
Aksine kardeş ve aynı kaderi paylaştığımızı gördük.
Allah’ın yardım ve inayetiyle, muhacirlerin dua ve ihlaslı çalışmalarıyla bu topraklar birçok badire ve tehlikeyi selametle atlattı.
Rahmet nazarıyla birbirimize yaklaştıkça Allah da rahmetini üzerimize yağdırdı.
Muhacir kardeşlerimize ‘ensar’ oldukça ümmet kazandı. Kudüs’e, Gazze’ye, umut olduk.
Elbette bu durumdan hoşlanmayanlar da vardı. Gerek içerde gerek dışarda bu durumu bozmak ve umutları sekteye uğratmak isteyenler harekete geçti.
Müslüman halk buna direndi. Hükümet ve devlet de buna bir yere kadar direndi. Ama maalesef bu direnci bir yere kadar devam ettirebildi.
Son bir yıldır, uygulamalar tam tersine döndü.
Yıllardır bu topraklarda yaşayan, herhangi bir vukuatı olmayan, ticaret ve farklı işlerle bu topraklara katkı sunan muhacirler deport edilmeye, sınır dışı edilmeye başlandı. Farklı bahanelerle evlerine şafak vakti baskınlar yapılarak, kadın, çoluk-çocuk geri gönderme merkezlerine dolduruldular. En tehlikeli boyutu da geldikleri ülkelerin zalimlerine teslim edilme girişimlerine başlandı.
En son açıklanan rakamlarda geçen seneye göre Türkiye’deki mülteci sayısı 250 bin azalmış.
Elbette muhacirler dönmek istiyorlarsa zorla değil kendi istekleriyle dönmeliler.
Zorla dönmeye zorlanmaları, kardeşlik ve Ensar ruhuna aykırı davranış ve uygulamalar gayretullaha dokunur. Mazlum ve muhacirlerin duaları bedduaya dönüşürse Allah muhafaza, maddi ve manevi felaketin başlangıcı olur.