Hiçbir din ve ideoloji İslam dininin birlik beraberlik ve kardeşliğe verdiği önemi vermemiştir. Gerek Kur`an-ı Kerim ve gerekse hadislerde Müslümanları birlik ve beraberliğe teşvik etmenin ötesinde emir kipleri kullanılmıştır. Müslümanlar arasındaki kardeşlik ve muhabbet anne-baba bir olan kardeşliğin üstünde tutulmuş, din için yapılan savaşlarda baba-oğul, kardeş-kardeş, amca-yeğen karşı karşıya gelerek savaşmışlardır. Üstelik bu savaş, asabiyetin zirvede olduğu ‘zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et` sözünün pratikte uygulandığı 1400 yıl önceki Arabistan`da yaşanmıştır.

İslam inancında Allah`ın razı olması, rahmet ve yardımının gelmesi, dünya ve ahiret saadetinin kazanılması bu kardeşlik ve birlikteliğe bağlanmıştır. Kardeşini sevdiğin oranda mü`minsin, birlik ve beraberlik içerisinden olduğunuz oranda Allah`ın yardımını hak edersiniz; ayrılık ve tefrikaya düşerseniz elim bir azaba duçar olacaksınız.

‘Toptan Allah`ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah`ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da O`nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı… Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.` (Al-i İmran: 103, 105)

“Canım kudret elinde olan Allah`a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…” (Müslim, Tirmizî, İbni Mace)

Peygamberimiz(AS)`dan sonra Müslümanların birlik ve beraberliği dağıldı, gerek kendilerinden kaynaklanan zafiyetler gerekse düşmanların oyun ve hileleri sonucu birbirlerine düştüler, haram olan kanlarını döktüler, tefrika ve ihtilaflar derinleşerek kökleşti. Birlikleri dağılan Müslümanların, düşmanları gözünde vakar ve heybetlerinden eser kalmadı; sayıca çoklukları su önündeki çer çöp gibi itibarsızlaştı. Enerji ve güçlerini birbirlerine karşı kullanan Müslümanların düşmanlarıyla savaşacak ne güçleri kaldı ne de zamanları. Topraklarında esaret hayatı yaşamaya başladılar, aziz iken zelil duruma düştüler. Üç haremlerinden biri olan Kudüs ellerinden çıktı ve siyonistlerin işgali altına girdi.

Müslümanlar, kâfir ve zalimlere karşı olan tolerans ve yumuşaklığı Müslüman kardeşlerine göstermemektedir. Hatta yerine göre dışardan birilerine İslam`ı anlatırken gösterdiği sabır ve hikmeti kendi eşinden, çocuğundan esirgeyebilmektedir. Afganistan`da Taliban`ın eline esir düşen ve sonradan Müslüman olan İngiliz gazeteci Yuanne Riddley`e gösterilen şefkat Afgan halkına gösterilmiş olsaydı Afganistan`ın hali ve ümmetin hali acaba böyle mi olurdu? 

Türkiye; sorun ve problemlerini, hayati projelerini Amerika, Rusya ve Avrupa ile istişare ettiği gibi neden İran, Mısır veya diğer halkı Müslüman olan devletlerle yapamıyor? İran;  Rusya, Çin ve diğer ülkelerle birçok meseleyi rahat bir şekilde görüşebiliyorken neden halkı Müslüman olan ülkelerle bunu yapamıyor? Suriye politikasından dolayı İran ve Hizbullah`a veya bizimle aynı görüşte olmayan Müslümanlara olabilecek en şiddetli düşmanlığı gösteriyorken Esad`a askeri, politik destek veren, ordularını teçhiz eden Rusya`yı ağzımıza dahi almıyoruz. Her fitnenin altında olan Amerika`nın yaptığı katliamları kanıksamış, birbirimizle uğraşmaktan gündemimize bile almıyoruz. Kudüs için, Müslümanların izzet ve onuru için yapılan yürüyüş ve etkinliklere sırf taassubumuz yüzünden katılmıyorken inançlarımıza hakaret eden ve Başbakanın şahsında İslam`a saldıran Gezi Barkı eylemcileriyle Taksim ve farklı platformlarda rahat bir şekilde bir araya gelebilen Müslümanlar var. Sorulsa da ‘zaten onlar kâfirdir, görevlerini yapıyor, onlara söyleyecek sözümüz yoktur, Müslümanlardan bunu beklemiyoruz` denilecek. Peki, kâfir görevini yapıyorsa sen Müslüman olarak neden görevini yapmıyor veya neden Müslümanlara görevlerini gerektiği gibi hatırlatmıyorsun? Birbirimize karşı olan bu kin ve nefret nedendir?

Hâlbuki Allah-u Teâlâ, müminleri “…kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli…” diye tarif etmektedir. İslam ve Kur`an`dan bihaber olan birileri bugünkü tabloya bakarak ‘Müslüman Müslümanın kurdudur` sonucuna varırsa şaşırmamalıyız.

Bütün bu durumlardan kurtulmak, Allah`ın rızasını kazanmak ve yardımını hak etmek için tek çare;  aramızdaki kardeşliği tesis etmek, küfrün saldırı ve hücumlarına karşı bir vücudun azaları gibi toptan karşı koymaktır. Ümmetçe düşünmek, ümmetçe ağlamak, ümmetçe sevinmek, ümmetçe mücadele etmek ve savaşmak... Bunun dışındaki çaba ve gayretler boşunadır. Ümmetçe hareket edenlerden olmak temennisiyle…