Şu memlekete baktığım zaman, affınıza sığınıyorum, işte polis, emniyet teşkilatımız savcı olmuş, bilirkişi de hâkim olmuş, mübaşir de yazı işleri müdürü olmuş, ondan sonra ‘adalet` diye bağırıyoruz. Yok ya. Böyle bir şey olmaz. Mümkünatı yok. O halde bunu iyileştirmek zorundayız. Adaleti arayacaksak öyle bakacağız...`` 

Danıştay Başkanı Hüseyin Karakul- lukçu`nun, katıldığı bir sempozyumdaki bu açıklamaları yıllardır Türkiye`deki adalet sisteminin içinde bulunduğu hâli veciz bir şekilde açıklamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri adaletin sağlanması, mahkemelerden adil kararlar çıkması için çalışıldı veya çalışıldığı iddiasında bulunuldu. Bunun sağlanması için anayasalar yazıldı, büyük umut ve vaatlerle onlarca yargı reformları yapıldı. Ama her seferinde istenilen yargı oluşturulamadı, verilen kararlar vicdanları rahatlatmadı. Mağduriyetleri gidermek bir yana var olan mağduriyetlere yeni mağduriyetler eklendi. Kararlar, beraberinde birçok tartışma getirdi.

Türkiye`de yargının verdiği kararların adil olup olmadığına bakılmadan şu iki kıstasa bakıldı: karar benim lehimde mi yoksa aleyhimde mi?

Lehte ise “Yargı kararına herkes saygılı olmalı,  Türk adaletine güvenilmeli, Türkiye`de bağımsız yargı vardır.” gibi memnuniyet belirten sözler söylenerek muhalifler susturulmaya çalışıldı. Eğer verilen karar aleyhte ise “Yargı siyasallaşmıştır, yargıya güvenmiyoruz.” sözleriyle güç ve imkânlar oranında yargı sistemi yerden yere vuruldu.

Başbakan`ın geçmişte ‘Yüksek yargı ayağımıza kurşun sıkıyor` sözü hafızalarda hala canlığını muhafaza etmektedir. Başbakanın tutuklu yargılanan emekli genelkurmay başkanı İlker Başbuğ ve diğer tutuklu generaller için yargıyı defalarca eleştirmesi, MİT-Yargı krizinde ve yaşanan süreçte yaptığı açıklamaları, apar topar yeni yasalar çıkartması bu ülkede Başbakanın dahi yargıya güvenmediğini göstermektedir.

Başbakanın ve dünkü açıklamalarıyla Danıştay başkanının dahi güvenemediği yargı, maalesef her gün binlerce karar vermekte, kimine beraat verirken kimini de idama göndermektedir. Herkesin Başbakan gibi yargı kararlarının sonuçlarından kendini ve ahalisini korumak için yasa çıkarmaya, dokunulmazlık zırhları oluşturmaya yetki ve gücü yoktur.

Başbakanlık ve Danıştay Başkanlığı makamları; şikâyet ve sitem etme, var olan sıkıntıları halka yansıtan muhalefet mercileri değil, bizzat icra merciinin ve yargı mekanizmasının tepesinde olan makamlardır. Bu yargı mekanizmasının verdiği kararlardan bizzat sorumludurlar. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın denilemez.

Bu ülkede yargı eliyle nice insan idam edildi, halkın oylarıyla işbaşına gelmiş Başbakan ve Bakanlar darağaçlarında sallandırıldı. Dokunulamaz denilen şahsiyetlere dokunuldu, emekli genelkurmay başkanları ve generaller derdest edilerek parmaklıklar arasına gönderildi. Eğer Başbakan, MİT krizine müdahale etmeseydi büyük ihtimalle kendisi de derdest edilip parmaklıklar arasına gönderilecekti.

Evet, bu ülkede yargı bağımsızdır ama tarafsız değildir. Yasalar değişti, mahkemelerin tabelaları üzerindeki isimler değişti ama adalete olan güvensizlik değişmedi, var olan zihniyet devam etti.  Tarafsız olmayan, dosya içeriği ve somut bulgular üzerinden değil de ideolojik yaklaşımlar veya mahkemeye dikte edilen emirler üzerinden verilen kararlar adil olamaz. Verilen kararlar temiz vicdanları rahatlatamaz aksine kanatmaya devam edecektir.

Bugün bu ülkede ekonomik sıkıntı ve problemlerden daha önemli ve hayati derecede bir ‘adalet` sorunu vardır. Danıştay başkanının açıklamaları malumun ilanından başkaca bir şey değildir.   Maddi açıdan müreffeh olmayan, geri kalmış, gelişmemiş bir ülkede yaşanılabilir, insanlar pekâlâ mutlu olabilir, insanlar geleceğe umutla bakabilir. Ama yargıya güvenilemeyen ve adaletin yerini bulmadığı bir ülke, ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun bu bir anlam ifade etmeyecektir. Onun için öncelikli olarak tarafsız ve bağımsız bir yargının oluşturulması elzemdir. Yoksa Başbakan bu dünyada her zaman yasa çıkaracak güç ve konumda olamaz, diğer dünyayı hiç söylemiyorum.