İbn-i Haldun'a göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.
Bu tanımı salt sıradan bir devlet için değil dünya genelindeki ‘süper güçler’ için de kabul edebiliriz. Doğa boşluk kabul etmez, ilkesi gereğince dünya genelinde süper güçler olacaktır. Her süper gücün ölümü, başka bir süper gücün doğumunu ya da her süper gücün doğumu başka bir süper gücün ölümünü getirir.
50 yıl önce Doğu blokunu temsil eden SSCB ve batı bloğunu temsil eden ABD vardı.
SSCB’nin dağılmasıyla dünya tek kutuplu hale geldi. Bu süreç dünya üzerinde büyük sıkıntılara sebebiyet verdi. Daha önce dünya güllük gülistanlıktı demiyorum; ama yerine göre bu rekabetin bazı faydaları oluyordu.
ABD, 1776 yılında Britanya’dan bağımsızlığını elde etmiş olsa da süper güç olması ancak 2. Dünya Savaşını Japonya, Almanya ve İtalya’ya karşı zafer kazanmasıyla gerçekleşti. Bu tarihten sonra Avrupa ve Batı’nın hamisi ve dünyanın 2. Süper gücü olarak kabul edildi.
ABD’nin süper güç olmasının üzerinden 70 yıl geçti. Haliyle gücünün zirvesine ulaştı. ‘Kemalden sonra zeval vardır’ kaidesince yaşlanma emareleri kendisini göstermeye başladı. Bir sözü, bir parmak sallamasıyla artık ülkeler hizaya gelmiyor. Irak’tan çekildi, Afganistan’dan adeta kaçtı.
Bu durumda dünyanın yeni süper güçleri kim olacak, soruları sorulmaya, analizler yapılmaya başlandı.
Rusya, Putin ile birlikte eski gücüne ulaşmak istese de Çar Petro’nun hayallerini kursa da bu şu anda mümkün görünmüyor. Yükselecek güç, yeni doğan bir çocuk misali günden güne dengeli büyüyen bir trendde olmalı.
ABD’ye alternatif olmak için zaman zaman adımlar atan Avrupa’da salt bir ülkenin tek başına süper güce ulaşması mümkün değil. Bir birlikle ya da diğer ülkeleri kendi topraklarına katarsa olabilir. AB’nin siyasi olarak kriz yaşaması, birliğini sağlayamaması, İngiltere’nin Brexit ile AB’den ayrılması, NATO’ya alternatif kurulması düşünülen Avrupa Ordusu’nun hayalden öteye geçmemesi, güvenlik noktasında sürekli ABD’ye muhtaç ve bağımlı olması Avrupa’nın süper güç olmasının önündeki engellerdir.
Geriye her alanda yükselen, ilerleyen Asya’nın devasa gücü Çin geliyor.
Çin, sahip olmuş olduğu nüfus, coğrafya, ekonomik gücü, askeri ve teknolojik alanındaki gelişmelerle buna en yakın aday.
Bir ülkenin süper güç olma potansiyeli değerlendirilirken dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle kıyas yapılmaktadır.
Son 15 yıla bakıldığında ABD ile Çin arasındaki ekonomik, mali, askeri, teknolojik denge Çin lehine hızla değişmektedir.
Dünyanın süper gücü olmak için ekonomik alanda da büyük ve gelişmiş ekonomiye sahip olmakla mümkündür. İstatistikler her ne kadar dünyanın en büyük ekonomisi olarak ABD’yi gösterse de farklı istatistikler Çin’in ABD’yi geçtiğidir.
Bir ülkenin ekonomik göstergeleri için ithalat ve ihracat rakamları çok önemlidir.
Çin'in toplam küresel ihracat içindeki payı 2003 yılında %5,9'dan 2019'da %13,2'ye çıkarken ABD'nin payı aynı yıllarda %9,8'den %8,5'e geriledi. 2004-2019 yılları arasında ABD'nin toplam ithalatı %71 artarak 1,5 trilyon dolardan 2 trilyon 650 milyar dolara yükselirken, Çin'in ithalatı %257 artarak 561 milyar dolardan 2 trilyon dolara yükselmiş.
Salt ekonomik değil, teknoloji, sanayi, yapay zekâ, uzay bilimi ve buna paralel askeri alanda da gücüne güç katmaya devam ediyor. Şüphesiz bütün bu gelişmeler Çin’in dünyadaki siyasi ve ekonomik ağırlığını artırmaktadır.
ABD, Çin’i sınırlamak için ekonomik ve askeri alanlarda adımlar atsa da Çin’i durduramıyor. Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda askeri karşılık vereceği tehdidini savururken, Çin, Tayvan’ın bağımsızlığını ilan etmesi halinde çatışmadan çekinmeyeceklerini ifade ediyor.
Gelecek günler ABD ile Çin arasındaki rekabeti ve buna bağlı dünya genelindeki gelişmeleri belirleyecektir. ABD, Çin’i süper güç olarak kabul ederek soğuk savaş ve tatlı-sert politikalarını devam ettirecek mi, yoksa Çin’in süper güç olmasını engelleyeyim derken kendisi de bu rekabette gücünü tüketip bitirerek mi?
Çok uzak bir ihtimal de olsa iki güç karşılıklı korkuların aşıp insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikelere karşı iş birliği mi yapacak?
Bütün bunlardan daha önemlisi yaklaşık iki milyar nüfusa ve dünyanın en stratejik coğrafyalarında yaşayan Müslümanlar ne yapacaklardır?
Yeniden bir özgüven kazanma, sahip olunan potansiyelin farkında olarak dünyayı ve olayları okuma zamanı gelmiştir.
Müslümanlar bir emperyaliste karşı diğerini desteklemek ve medet beklemekten ziyade kendi görev ve sorumluluklarının bilincinde olmalı ve bu doğrultuda hareket etmelidir.