Sudan, yaklaşık otuz yıl boyunca İslami hareket geleneğinden gelen Ömer el-Beşir tarafından idare edildi.

Küfür dünyası gerek içerde gerek dışarda bu yönetimin başarılı olmaması için elinden gelen her türlü engelleme ve zorbalığı yaptı. İçerde iç çatışma, ayaklanmalar ve ülkenin bölünmesiyle sonuçlanan zorlu ve kanlı bir süreç…

Dışarda, ülkenin parasına el koyma ve bloke etme, ilaç, gıda sektörünü dahi kapsayan sanayi, askeri ve teknolojik alanda çok sıkı, kapsamlı ve acımasız bir ambargo uygulandı.

Kimyasal silah üretiyor yalanıyla ilaç üreten fabrikaların bombalanmasına kadar varan saldırgan ve tehditkâr bir tutum… Dünya basın ve medya karteli; ülke ve yönetimini hasseten devlet başkanı Ömer el-Beşir aleyhine sürekli bir dezenformasyon ve karalama kampanyası yürütüldü.

Devlet başkanı Ömer el-Beşir, özel olarak hedef tahtasına oturtuldu. 2003 yılındaki Darfur’daki tutum ve uygulamalar bahane gösterilerek Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde aleyhine dava açıldı.  Öyle ki bir devlet başkanı ülkesinin dışına çıkmaktan korkar hale geldi.

İki yıl önce 2019’un Nisan ayında Ömer el-Beşir’e karşı Sudan’da askeri bir darbe gerçekleşti. Darbeyi yapanlar, bizzat el-Beşir’in yakın çalışma arkadaşları, aynı gelenekten gelen ve aynı partiye mensup kişilerdi.  

Darbenin yapılış şekli diğer darbelerden farklı idi. Darbe taraftarları da karşı olanlar da darbeye şüpheyle baktılar. ‘Bu darbe değil, karşılıklı bir dövüştür’ diyenler olduğu gibi ‘bu tamamen Batı yanlısı bir darbedir, darbe, bizzat el-Beşir’in yakın arkadaşlarına yaptırtıldı ki fazla tepki almasın’ diyenler oldu.

O dönem görüştüğümüz Sudanlı ve Sudan’ı yakından tanıyanların ifadesi darbeye karşı iyimser konuştular. Dışardan gelen baskıları hafifletmek ve ülkenin önünü açmak amacıyla bu darbenin yapıldığı, el-Beşir gitse de mevcut sistem ve düzenin devam edeceğini ifade ettiler.

Aradan geçen süre zarfında gelişen olaylar hiç de onların zannettikleri gibi olmadı. Sudan, siyonist işgal rejimi ve Batı ile ilişkilerini normalleştirdi. Ömer el-Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması kabul edildi.

En son Sudanlı bir dostla bunları müzakere etme fırsatı buldum. Gelişmeleri ve ortaya çıkan sonuçları sordum.

Dostumuz, var olan durumu çok kısa ve veciz bir şekilde ifade etti.

Ömer el-Beşir, he ne kadar hata ve yanlışları olsa da bizdendi, Müslümandı, hain değildi. Evet, ekonomik, siyasi, eğitim ve diğer alanlarda beklentilere cevap vermedi, veremedi.

Batı dünyası onu hedef tahtasına oturttu. Onun arkadaşları ve yönetim, Ömer el-Beşir’i yönetimden uzaklaştırırsak biz yine ülkeyi yönetmeye devam eder, kazanımlarımızı muhafaza ederiz zehabına kapıldılar. Ama gelişmeler onların beklediği gibi olmadı. Taviz başka tavizleri doğurdu, her mevzinin kaybı diğer mevzilerin kaybedilmesini izledi. Yönetim Konseyindeki İslamcı isimlerin sayısı gittikçe azaltıldı. Yönetim ve bürokrasideki Müslüman şahsiyetlerin yerine laik ve Batı kültürüyle yetişmiş isimler getirildi. İslami müfredat ve programların yerini laik ve batı yanlısı müfredatlar almaya başladı.

Yönetimden ve el-Beşir’den rahatsız olan ve onun gitmesini isteyen İslamcıların birçoğu şu an ya cezaevinde ya da ülke dışına çıkmak zorunda kaldı...

Bizdeki meşhur ‘Sarı İnek’ meselesi Sudan’da pratikte yaşanmış. Yıkım ve yenilgi ‘el-Beşir’in feda edilmesiyle başlamış.

Peki, Sarı İnek verilmeden bu iş olamaz mı?  Ya da Sarı İnek’in hiç mi suçu yok. Sarı İnek de kendini nimetten sayarak ‘bak ben gidersem siz de gidersiniz, bütün kazanımlarınızı kaybedersiniz’ tehdidiyle bütün bir halkı kendine, yanlışlarına mahkûm eder ve bunu suiistimal ederse ne yapılmalı? İçerdeki ve dışardaki Sarı İnek’in düşmanlarıyla bir olup ‘oh oldu, hak etmişti’ diyerek alt edilmesine seyirci mi kalınmalı? Yoksa ne pahasına olursa olun ‘Sarı İnek’ savunulmalı mı?

Müslümanlar olarak bu tür sorun ve sıkıntılarımıza aklıselim bir şekilde düşünerek sağlıklı çözümler üretmek zorundayız. Sağa sola saldıran, yerine göre azgınlaşan Sarı ineklerimizin dışarıdan gelen yırtıcı hayvanlar tarafından alt edilmesine, yenmesine asla izin verilmemeli. Ama Sarı İneklerimizin de bunun üzerinden kendilerini alternatifsiz görüp haksızlık ve zulümlerine meşruiyet sağlanmamalıdır.