Aşkın gözü kördür, bir göz için çok göz sevilir` derler. Mecnun Leyla`yı sevmiş ama sadece onu sevmekle kalmamış, her şeyini ve ona ait olan ne varsa hepsini sevmiş. Öyle ki ona acı veren Leyla`nın köyünün köpeğini görünce okşar sever bir hale gelmiş. Kendisine ‘sen neden bu köpeği seviyorsun` dediklerinde; ‘Biliyor musunuz bu kimin köpeğidir, bu Leyla`nın köyünün köpeğidir` diye cevap vermiştir. Bu durum sadece sevgiyle sınırlı değil, düşmanlıkta da aynen öyledir. Sevilmeyen, nefret edilen bir insanın güzel söz ve övgüleri dahi kem söz olarak algılanır. Düşmanın düşmanı dost olarak algılanır.
Bu durum insanlar arası ilişkilerde geçerli olduğu gibi kurum ve camialara karşı da böyledir. Bir kurum veya camia düşman olarak bellenmişse her icraatlarına karşı muhalefet edilir ve kötülenir. Taraftar olunan bir camianın ise yaptığı her icraat doğru olarak algılanır ve alkışlanır. Üstad Said-i Nursi bu durumu şöyle ifade etmiştir. ‘Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârânemedhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.` Böylece basiret ve akıl körelmesi yaşanarak büyük zulüm ve haksızlık edilir. Bir insanın hatası görüldüğü halde sırf o insana karşı olan sevgiden, korkudan veya muhalif duruma düşüp bazı maddi kayıplardan dolayı hataları söylenmiyorsa bu büyük bir zulümdür. Aynı zamanda o insanı düzeltme durumu da ortadan kaldırılmış olur.
Hâlbuki bir Müslüman ve insaf ehli; olayları, şahısları, kurum ve milletleri Hak olan ölçüye göre değerlendirmeli, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilme erdemini gösterebilmelidir. Doğru ve yanlışları şahıslara göre değil, şahısları doğrulara göre değerlendirilebilmelidir. AllahuTeâla Kur`an-ı Kerim Nisa 135. Ayette şöyle buyurmuştur: ‘Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.`
Resulullah aleyhi`s-selatu vesselam ve ashabı tüm icraatlarında şahısları değil ilkeleri baz almışlardır. Savaştıkları, savaşta kıyasıya öldürmeye çalıştıkları düşmanlarına karşı dahi insaf çerçevesinde muamele etmiş, düşmanları dahi emin ve güvenirliğinden dolayı ‘Muhammed`ül Emin` diye vasıflandırmışlardır. Uygulanan adalet karşısında düşmanları dahi hayran kalarak Müslüman olmalarına vesile olmuştur. Hata ve yanlış uygulamalarda en yakınları dahi olsa sessiz kalmamış onları uyarmış, karşı çıkmışlardır. ‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa cezalandıracağım` diyerek adam kayırmanın olmayacağını belirtmiştir.
Bizler de insan olmamız hasebiyle akrabalarımızı, kendimize yakın olanları, aynı meşreb ve mezhepten olanları kendimize yakın hissedebilir, sevebiliriz. Aynı şekilde bize uzak olanları farklı görüşte olanları sevmeyebilir, nefret edebilir, hatta yerine göre savaşabiliriz. Ama bütün bunlar haktan ve insaftan ayrılmamıza vesile olmamalı. Bunu yerine hak ilkeleri orta yere koyarak değerlendirmeyi yaparsak hem kendimize hem de sevdiklerimize faydamız dokunmuş olur. Müslümanlar, kör taassup ve önyargılarını bir kenara bırakarak hakkın gözlüğünü takarak olayları değerlendirebilseler bölgesel ve ümmet bazındaki kangrenleşen Kürt sorunu, Suriye meselesi, mezhep ihtilafları gibi birçok sorun çözüme kavuşacaktır.
Olaylara ve şahıslara hak gözlüğüyle bakanlardan olmamız temennisiyle…