Türkiye’de son yıllarda kadın cinayetlerinde bir artış söz konusudur. Bu cinayetlerin önüne geçmek için hukuki, güvenlik, polisiye birçok tedbir alındı. Cezalar artırılabilecek en üst noktaya çıkartıldı. Kanuni olarak ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis ceza’nın bir üstü ceza yok. Polisiye tedbirlerle kadınlar korumaya çalışıldı, bazılarına koruma polisler tahsis edildi. Kadına istemeyerek, o anlık öfkesine yenilerek bir tokat atan kocalar dahi kadının şikâyetiyle evden uzaklaştırıldı. Kimisi derdest edilip cezaevlerine atıldı.

Olaya ceza ve kadını koruma refleksiyle hareket eden akla göre, kadın cinayetleri ya sona ermeli ya da asgariye inmeliydi.  Ama öyle olmadı. Gün geçtikçe kadın cinayetleri artmaya başladı. İşte resmi istatistikler:

2008'de 80, 2009'da 109, 2010'da 180, 2011'de 121, 2012'de 210, 2013'te 237, 2014'te 294, 2015'te 303, 2016'da 328, 2017'de 409, 2018'de 440, 2019'da 474 olmak üzere toplam 3.185 kadın öldürüldü.

2008-2018 yılları arasında gerçekleşen kadın cinayetlerinden 1260 cinayet vakasını inceleyen bir araştırma; kadın cinayetlerinde failler listesinin en başında kocalar gelmekte (623), ikinci sırada 160’ı evli olmayıp da birlikte yaşadığı kişi tarafından öldürülmüş (160), 3. Sırada 94 kadın eski kocası tarafından öldürülmüş.  

2019 yılında öldürülen kadınların ise 134'ü evli olduğu eşi tarafından, 51'i birlikte olduğu erkek tarafından, 29'u akrabası tarafından, 25'i eskiden evli olduğu erkek tarafından öldürülmüş. (https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_kad%C4%B1n_cinayeti)

Azıcık aklı olan bir insan bu istatistiklere bakınca burada ters orantının olduğunu görecektir.  Takip edilen yol ve yöntemin doğru olmadığını görecektir. Hastalığı bitirme ve azaltma adına hastaya verilen ilacın fayda etmediğini aksine hastayı komalık ettiği ve öldürdüğünü fark edecektir. Bu durumda ya ilaç kesilecek ya da ilaçta ısrar eden doktorun işine son verilecek, hatta doktor mahkemeye verilecektir.

Evlilik kurumu, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem ile başlamış ve yeryüzünde insanoğlu olduğu müddetçe de devam edecektir. Aile kurumu yeni olmadığı gibi sorun ve problemleri de yeni değildir. Doğal ve tabii olarak eşler arasında sorun ve problemler çıkmış ve bunlar çözüme kavuşturulmuştur.

Bizler çok kadim bir medeniyet ve geleneğin mirasçısı ve günümüzdeki temsilcileriyiz. Bütün bu birikimi bir kenara bırakarak ne bu sorunun ne de diğer sorunlarımızın üstesinden gelemeyiz.

Aile kurumu nasıl günümüze kadar gelebildi, aile kurumu hangi temeller üzerine inşa edildi, eşler arasındaki sorun ve problemler nasıl çözüme kavuşturuldu, eşlerin birbirlerine karşı olan görev ve sorumlulukları nelerdir? Bütün bu soruların cevabı ve geçmiş tecrübelerden istifade edilmelidir.

Aile kurumu sevgi, saygı ve toplumun temeli olarak görülmeyip eşler arası bir savaş arenasına dönüştürülür, zina meşru, zina etmeyip meşru yollardan yuva kuran gençleri ‘tecavüzcü’ ile aynı kefeye konup cezaevine gönderilir, kadını koruma adına erkeğe farklı bir rol biçilirse aile kurumu ayakta tutulamaz. Boşanmalar artar, evlilikler azalır, gayri meşru ilişkiler artar, sağlıklı bir nesil hele hele ‘dindar nesil’ hayal olur.